Logo
TR
Loading...

Bölüm 6

Sylith’in üniforması omuzlarına yapışmış, koridorda bir ileri bir geri volta atarken çenesi kilitli. Cilalı taş gibi koyu gözleri, koridoru tarıyor; hiçbir şeyi kaçırmıyor, kendi beyazlaşmış parmaklarının kulaklığa titreyen tutuşunu bile. Galanın sessizliği ona ulaşmıyor—içinde sadece korkunun ve özlemin uğultusu var. Sonunda Arkyn kapıyı açtığında tek kelime etmeden, yüzüğünü taşıyan parmaklarıyla içeri davet ediyor. Gülümsemesi bıçak gibi keskin: “Söyle bakalım Sylith, bu gece kaç kuralı çiğnedin?” Duruşu çelik gibi, çenesi yukarıda; sadece kaşında beliren hafif bir seğirme, sözlerinin yankısını ele veriyor. Bir anlığına, Arkyn’in bakışları boğazında asılı kalıyor—sanki cevabını çoktan bildiği bir soru gibi.

Arkasında dolanıyor, avını huzursuzluğuyla besleyen bir yırtıcı gibi. “Her şey üstüne yıkılabilir,” diye fısıldıyor. “Bir rapor. Bir hata.” Sylith kımıldamıyor ama yakasının altından bir ter damlası süzülüyor, nefesi sekteye uğruyor. Sözlerini ona geri fırlatmak istiyor ama çok yorgun—her şeyi, kendinden bile saklamaktan bıkmış. Bunun yerine, sesi kısık: “Sadakatim hiç sorgulanmadı.” Yalan, ağzında eski kan gibi acı.

Personel koridorunda, Maelis yıpranmış bir kapıya yaslanmış, kolları göğsünde çapraz, ceketi bir omzundan kaymış, simle parlayan yanakları terden yapış yapış. Telaşla mesajları kaydırıyor, başparmakları titriyor—Seria’dan gelen son mesaj: “Neredesin? Korkuyorum. Beni bulmalarına izin verme.” Maelis’in kalbi, asla tam geçmeyen bir korkuyla sıkışıyor. Sırtındaki ağrıyı, dar ayakkabılarında zonklayan parmaklarını hissederek derin bir nefes alıyor ama kendini toparlayıp ilerliyor.

Neredeyse Sylith’le çarpışıyor; Sylith, Arkyn’in ofisinden çıkarken kontrolü sarsılmış ama hâlâ ayakta. Sylith’in dudakları sert, okunmaz bir çizgi; ama bir an—orada, bir çatlak. “Çocuğunu başka yere götür,” diyor, hızlı ve keskin, ama içinde bir sertlik yok. Eldivenli parmağının ucu Maelis’in bileğinde bir an kalıyor, dokunuşta bir elektrik var, ama ikisi de bunu dillendirmiyor. Maelis bakışını indiriyor, kirpikleri titriyor, tutunacak bir yer arıyor. “Neden bana yardım ediyorsun?” Sesi neredeyse bir fısıltı, yarı umut, yarı sitem.

Sylith duraksıyor, soruya hazırlıksız yakalanmış gibi, çenesi oynuyor, sanki cevabı yutacak. Gözlerini kaçırıyor. “Belki de herkesin umursamıyormuş gibi yapmasından bıktım,” diyor, sesi pürüzlü, gözleri tehlikeli bir parıltıyla dolu.

Maelis’in duruşu yumuşuyor, zırhı düşüyor; bu gece ilk kez, başkasının gücüne—az da olsa—yaslanıyor.

Üst katta, Leor kristal bir sürahinin yansımasında kendine bakıyor; yüzü solgun, kravatı gevşek, gülümsemesi çaresiz bir hilal. Elleri titrek, tırnakları kanayana kadar yenmiş. Pinot şişeleri, idam mangası gibi dizilmiş. Maelis yanından geçerken, gözyaşlarını çatlamış dudaklarının ardına saklarken, Leor’un içinde bir şey kırılıyor. Şaka yapmaya çalışıyor—“Kırık kalplerle solmuş ortancalar arasında iz bırakmakta üstüne yok”—ama sesi çatlıyor. Maelis cevap vermiyor.

Leor’un midesi düğümleniyor; dışarı, personel çıkışına çıkıyor, soğuk tuğlalara yaslanıyor, titreyen elini ceketinin cebine atıyor. İlaç şişesi şıngırdıyor. Sadece tutacağım, diyor kendine, sadece ağırlığını hissedeceğim, ama elleri onu dinlemiyor. Yutmak neredeyse otomatik, kopuk; nefesi hızla buharlaşıyor havada.

Ana koridorda, Sylith Maelis’ten uzaklaşıp balo salonuna doğru ilerliyor. Arkyn’in tehdidinin ağırlığı—işi, amacı, özenle inşa ettiği kimliği—boğazını sıkıyor. Uzun boylu, saçları gümüş bir misafiri kenara çekiyor, sesi buz gibi: “Sen. Benimle gel.” Loş, kadife perdeli bir odada adamı duvara yaslıyor, elleri sert ve aç, nefesi adamın dudaklarında titriyor. Ceketi yarı çıkmış, eldivenleri fırlatılmış. Çenesini dişliyor, parmakları adamın saçına dolanmış, göğsü göğsüne bastırılmış—dikkat dağıtmaya, korkudan ziyade hislere gömülmeye ihtiyacı var. Bu bir şefkat değil. Umutsuz, neredeyse acımasız; maskesi çatırdıyor, komutları vahşileşiyor, duygu seli adamı nefessiz bırakıyor, Sylith’in gözleri ise adını koyamadığı bir şeyle ıslanıyor.

Sonra, titreyen parmaklarla gömleğini ilikliyor, adamın gözlerine bakmadan gölgelerin içine karışıyor.

Başka bir yerde, Maelis’in telefonu titriyor—Leor’dan hâlâ cevap yok, içini buz gibi bir endişe kaplıyor. Onu, catering çıkışında büzülmüş halde buluyor; dudakları mor, nefesi sığ. Panik sarıyor Maelis’i. Dizlerinin üstüne çöküp avuçlarını Leor’un yüzüne koyuyor. “Leor! Bana bak, hadi, lütfen—” Sesi çatlıyor, tüm maskeler düşüyor. Telefonunu bulmaya çalışıyor, Renn’i arıyor—sesi korkudan delirmiş—“Nefes almıyor! Çabuk ol!”

Renn’in ayak sesleri koridorda yankılanıyor, ceketi savruluyor, gözleri kocaman ve panik dolu. Maelis’in yanına diz çöküyor, elleri sabit, yüzü korkudan buruşmuş. Birlikte uğraşıyorlar—bastırmalar, dualar, yalvarışlar—sonunda Leor hırıltıyla nefes alıyor, öksürüyor, titrek nefesler çekiyor.

Maelis ona sarılıyor, omzunda ağlıyor; her sarsıntılı hıçkırıkta hem rahatlama hem suçluluk var. Renn duvara yaslanıyor, ter içinde, göğsü inip kalkıyor, neredeyse kaybettikleri şeyin hayaletiyle sarsılıyor.

Sylith’in kulağında telsiz cızırdıyor, Arkyn’in sesi bir bıçak gibi: “Avluda güvenlik ihlali. Tüm personel derhal rapor versin.”

Gece, zaten çatırdayan fay hatlarıyla, şimdi tamamen yarılmaya başlıyor.

Devam edecek...

Kadife Fay Hatları

75%