Bölüm 4
Maelis’in elbisesi gece mavisi; sırtı, çözülmüş kurdelelerin dağınıklığıyla, teninin altında yarım kalmış sırlar gibi saklanan polen ve morluklarla dolu. Balo salonunun kenarında huzursuzca oyalanıyor; elleri yarı solmuş bir gülün etrafında titriyor, bakışları altın kalabalıkla arkasındaki karanlık koridor arasında gidip geliyor. Makyajı kusursuz, sadece sol gözünün altında düzeltmeyi unuttuğu bir eyeliner lekesi—kırık, yalnız bir iz. Hava, mum ışığıyla fazla sıcak; nefesi hep yüzeyde, derinleşemiyor.
Ayak sesleri yankılanıyor—amaçlı, görmezden gelinemeyecek kadar ağır. Sylith’in duruşu aradaki mesafeyi bıçak gibi kesiyor: keskin siyah takım elbise, her düğmesi muntazam, kolları göğsünde bağlı, örgüsü öyle sıkı ki yüz hatları neredeyse sertleşmiş. Maelis’in kaçış yolunu bir bakışla kapatıyor; kanı donduracak bir bakış. Gözleri, Maelis’in korkusunu saklama çabasına kayıyor, sonra uzaklaşıyor; çenesi öyle sıkılı ki şakaklarında damar beliriyor.
“Depoya kaçıp durmanın bir sebebi var mı?” diyor Sylith, sesi kadife gibi yumuşak ama tehdit dolu. Maelis alaycı bir kahkaha sıkıştırıyor araya ama parmakları onu ele veriyor—gülün sapını öyle bir büküyor ki diken tenine batıyor. Sylith bir adım daha yaklaşıyor; aralarındaki mesafe öyle az ki Maelis, nişastalı kumaşın ve soğuk çelik otoritenin arasından yayılan sıcaklığı hissediyor. Bir an için, Sylith’in eli havada asılı kalıyor—Maelis’in yanağından bir tutam saçı almak ya da çenesini avuçlamak ister gibi—ama sonra elini indiriyor, parmakları yumruk oluyor.
Maelis bakışını yakalamaya çalışıyor ama o gri bakışın altında içindeki yumuşak çekirdek ortaya çıkıyor—muhtaç, utanç dolu. “Bazen saklanmak dışında hiçbir şeyi beceremiyorum,” diyor, sesi neredeyse suçlulukla fısıldıyor. Sylith’in dudakları kıpırdıyor; belli belirsiz, neredeyse hüzünlü bir gülümseme. Sonraki anda, Sylith eğilip dudaklarını Maelis’in kulağına yaklaştırıyor. “Onu koru. Bir daha söylemeyeceğim.” Sözleri imkânsız bir merhamet, nefesi titreyen tenine sıcak bir dokunuş. Bir anlığına, Maelis Sylith’in onu öpeceğini sanıyor. Öpmüyor. Yine de bakışı üzerinde asılı kalıyor—aç, öfkeli, zırhındaki çatlaklardan sızan bir özlemle.
Arkalarında, Leor’un kahkahası bir garsonu düşmekten kurtarırken yarıda kesiliyor. Bu gece daha dağınık: gömleği yamuk, kravatı gevşek, yanakları sadece şaraptan değil, başka bir şeyden de kızarmış. Sylith ve Maelis’e fazlaca uzun bakıyor; eğlencesinin gölgesinde kısa, mor bir sızı. Zoraki bir gülümseme takınıp Maelis’in arkasından dolanıyor, fısıldıyor: “Çiçeklerin su diye ağlıyor—sen de öyle.” Maelis ona elini sallıyor, neredeyse gülümsüyor ama teselliye vakit yok.
Birden bir kargaşa kopuyor—Arkyn’in sesi kutlamayı yararak yükseliyor, buyurgan, talepkâr. Misafirler tangonun ortasında donup kalıyor. Renn kenardan izliyor; saçı dağınık, gözleri Maelis’te ve saklayamadığı sırlarında. Paramedik ceketi kolunda, kolları sıvalı, soluk bir müzik dövmesi görünüyor. Ona doğru bir adım atıyor, kaşlarındaki çizgide endişe okunuyor.
“Her şey—?” diye başlıyor ama Maelis çoktan bir mermer sütunun arkasında kollarına yığılıyor, göğsü onun göğsüne, parmakları yanlarına kenetlenmiş. “Onu neredeyse kaybediyordum,” diye fısıldıyor; Seria’yı kastediyor, kendini de. Renn’in elleri sıcak birer çapa—biri sırtında, biri çenesinde, başparmakları titreyen dudaklarında geziniyor.
Dudakları buluşuyor; önce titrek, sonra öfkeli, teselli ve teslimiyet arayan acele öpücüklerle. Maelis’in tadı sinir ve umut. Renn onu içine çekiyor, her karışık dokunuşta acısını kendine çekiyormuş gibi. Dünya daralıyor: eller fermuarlarda, elbise omuzlarından kayıyor, gömleği Maelis’in avuçlarında buruşuyor. Renn’in ihtiyacı çıplak; onu yağmurla ıslanmış teras korkuluğuna kaldırıyor, ay ışığı çıplak bacaklarını ve boynunun kıvrımını yalarken tenine sözler fısıldıyor. Maelis’in kahkahası çatlıyor, bir anda soluğa dönüşüyor. Bir anlığına—bacakları onun etrafında, ellerinin dokunmadığı yerlerde soğuk havayla ürperirken—kendini bırakıyor, onun elinde kalanları kutsamasına izin veriyor.
Nefesleri düzensiz, terleri gözyaşı tehdidiyle karışırken Maelis geri çekiliyor, gözleri korku ve arzuyla vahşi. “Eğer öğrenirlerse—Seria’yı, bizi—” diye başlıyor ama Renn onu susturuyor, alnını onun alnına yaslayıp sesi kısık. “İkinizi de koruyacağım. Söz veriyorum.”
Teras kapısı çarpıyor. Arkyn’in silueti koridorda keskin bir ışıkla beliriyor, dudaklarında avcı bir gülümseme. “İlginç bir çevren var, Maelis,” diyor alayla. “Kızından şimdi mi konuşalım, yoksa tüm baloya mı anlatayım?”
Maelis’in kalbi tekliyor, Renn’in kolları koruyucu bir şekilde sıkılaşıyor. İçerideki müzik sekteye uğruyor, güven vaadi tehdide dönüşüyor.
Devam edecek…