Logo
TR
Loading...

Bölüm 3

Orien’in silueti, loş monitörün uğultusu önünde gergin bir gölgeydi; mavi ışık, yüzünün yumuşak hatlarını keskinleştiriyor, fazla uzamış saçlarının dağınık uçlarında parlıyordu. Gri henley tişörtü, kollarının çizgilerine yapışmıştı; kolları her zamanki gibi dirseklere kadar sıyrılmış, sanki çıplak önkolları zihnini daha iyi odaklayacakmış gibi. Masanın karşısında Lysa, viskisini metodik bir kayıtsızlıkla yudumluyordu; siyah ceket sandalyeye atılmış, bembeyaz gömleği birkaç düğmesi açık, tenini belli belirsiz gösteriyor ama dokunmaya davet etmiyordu. Aralarındaki hava, söylenmemişlerle titreşiyordu: yarım yamalak kodlanmış özürler, tuşlar arasında sıkışmış anılar.

Orien’in parmakları dizüstü bilgisayarının üzerinde asılı kaldı, ama gözleri sürekli kayıyordu—aç, sonra suçlu, her bakış Lysa’nın dikkatli hareketsizliğinden sekip geri dönüyordu. Lysa dimdik oturuyordu, çenesi kasılmış, ifadesi donuk; sadece kirpiklerinin ucundaki o ihanet eden ışıltı duygularını ele veriyordu. Bardağını kaldırırken eli titredi, başka zaman değil. Sessizlik, aralarındaki üçüncü, acı bir misafirdi.

“Artık aynı değilsin,” diye mırıldandı Orien, sesi boğuk ve biraz da pervasız. Hem meydan okuma, hem yalvarış, hem itiraf.

Lysa’nın bakışları bir anlığına kalktı, çelik fırtınayla buluştu. “Sen de değilsin.” Dudakları—soğuk bir leylak tonunda, tam ona yakışır—hafifçe kıvrıldı, gözleri parıldarken bile alaycıydı. “Şimdi bunu mu yapıyoruz? Hayalet mi takas ediyoruz?”

Orien kısa, kırık bir kahkaha attı. “Sana verebileceğim tek şey bu.”

Pencerenin dışında Berlin’in yağmuru şehir ışıklarını silip dağıtırken, içeride Orien’in nabzı derisinin hemen altında atıyordu. Lysa bardağını masaya bıraktı, sandalyeden sert bir hareketle kalktı. Ceketini unutarak, sessiz adımlarla yere basan botlarıyla yürüdü, Orien’in nefesinde viskinin tadını alabileceği kadar yakına geldi.

Elini uzattı, önce tereddütle; parmak uçları birer birer Orien’in yanağını okşadı. Orien geri çekilmek yerine, dokunuşuna yaslandı—çaresiz, aç—ve Lysa’nın maskesi paramparça oldu. Aralarındaki bir sonraki şey kelime değil, Lysa’nın dudaklarıydı; ısrarcı, arayan, Orien’inkileri bulan, derinlerde bir şeyleri gevşeten şiddetli bir açlıkla.

Orien ayağa kalktı, kolları Lysa’yı sardı, elleri belindeki kumaşı yumrukladı. Bedenleri mutfak tezgâhının kenarına çarptı, Lysa’nın saçları Orien’in parmaklarıyla çözülürken, nefesinin sesi—kesik, aceleci—imkânsız derecede değerliydi. Lysa’nın elleri Orien’in gömleğinin altına kaydı, tırnakları omurgasında izler bırakırken Orien’in gözlerine yaş getirdi. Lysa’nın tapındığı o kontrol, ağız, ten ve anıların düğümünde tamamen terk edildi.

Engelleri, kıyafetleriyle birlikte attılar; hareketleri dağınık, plansızdı—Lysa’nın gömleği yere düştü, Orien’in kemeri çözüldü, Lysa soğuk tezgâha oturtuldu, bacakları Orien’in etrafına dolandı, solukları fısıldanan küfürlerle karıştı. Orien, Lysa’nın her çizgisini, her izini, her kırılganlığını içine çekti; bedenlerinin ritmi, cama vuran yağmurun kesik vuruşlarında kaybolan ateşli bir staccato’ydu. Hiçbiri yavaşlamaya cesaret edemedi: Sadece çaresizlik vardı, her telaşlı dokunuşta, her titreyen öpücükte dilenen ve reddedilen bir af.

Sonrasında, Lysa titreyen parmaklarıyla Orien’in çenesinin hatlarını izledi; ikisi de hızlı hızlı soluyordu, saçları terli, gömlekleri yarı açık. Lysa, sanki yakında unutmak zorunda kalacağı bir dili ezberler gibi baktı ona. Yüzünde çıplak bir özlem, pişmanlık ve daha yumuşak bir şey parladı. Eğildi, alnını Orien’inkine yasladı.

“Keşke geri dönebilsek,” diye fısıldadı, sesi çatallandı.

Orien, Lysa’nın tadı hâlâ dudaklarında, yutkundu ve bir yemin gibi başını salladı. “Ben de isterdim.”

Lysa gömleğini tekrar giydi, parmakları düğmelerde beceriksizce dolaştı, onurunu toplarken Orien’e bakmamaya kararlıydı. Dışarı çıkıp kapıyı sessizce çekti, Orien’i sessizliğe, Lysa’nın bedeninin anısını derinlerine kazıyarak bıraktı.

Ertesi sabah, Orien yanında bir yoklukla uyandı—soğuk çarşaflar, neredeyse silik bir koku. Yastığının üstünde, Lysa’nın baş harfli not kağıdı: Geri dönemeyiz, değil mi?

Aşağıda, Selene mola odasında Jorel Rynn’le karşı karşıyaydı—yeni ürün müdürü, kısa kestane saçlı, ceketi omzuna umursamazca atmış. Jorel, Selene’nin kod incelemesiyle ilgili şakalar yaparken gülümsüyordu; o gülüşte alaycı bir avcılık vardı. Selene gözlerini devirdi, dudakları küçümsemeyle büküldü, ama Orien’in kırmızı gözlerle, yorgun ve hırpalanmış halde yanlarından geçtiğini görünce duruşunda bir anlık kırılganlık belirdi. Orien’in kambur yürüyüşünde, elinin boğazında oyalanışında saklı hüznü fark etti.

Jorel’in şakaları sustu, bakışı Orien’e kaydı; gülümsemesinin ardında bir meydan okuma gizliydi. Selene’nin zırhı anında geri çekildi, ama Orien onun içindeki o acıyı—zırhın altına saklanmış kırılganlığı—görmüştü bir kere.

Aşırı parlak floresanların yankılı nabzında, üç hayat birbirine yaklaşırken ve uzaklaşırken, kıskançlık ve kalp kırıklığı giderek sıkı bir düğüm halini aldı. Söylenmemiş gerçekler, kontrolün kırılgan yüzeyine baskı yapıyordu.

Aralarındaki sırlar çoğalıyordu, her bakışta beslenerek.

Devam edecek...

Doğaçlama Değişkenler

38%