Bölüm 5
Tipi giderek şiddetleniyor. Talia, pencerenin önünde duruyor; saçından dökülen birkaç tutam, kehribar rengi ateş ışığında parlıyor. Kollarını göğsünde sımsıkı kavuşturmuş, göğsündeki sızıya karşı kendini korumaya çalışıyor. Riev, ayaklarını karnına çekmiş halde, ayı postunun üstünde oturuyor; eski püskü kazağı sivri omuzlarına yapışmış, parmakları, kimseye asla göstermeyeceği el yazmasının kırışıklarını farkında olmadan okşuyor. Gözleri Talia’ya kayıyor, arayış dolu, neredeyse aç. Talia ona bir anlığına bakıyor—çekingen ama bir o kadar da açık; bu bakış Riev’in tüm savunmasını yerle bir ediyor.
Elcor, mutfağın yakınında oyalanıyor, elinde bir kupa, omuzları düşük, huzursuz; ne odayı ne de kendini okuyabiliyor. Bakışları Talia’da takılı kalıyor, çenesi kasılıyor, kupayı tutan parmakları bembeyaz. Gülümsemeye çalışıyor ama dudakları zar zor kıpırdıyor. Kıskançlık, dışarıdaki fırtına kadar ağır bir yükle içine çöküyor. Riev’in elinin Talia’nın beline hafifçe dokunduğunu görünce, yüzünü çeviriyor, omuzlarını kırık kalbine karşı dikleştiriyor.
Talia, halının üstüne Riev’in yanına kayıyor, dizleri onun dizlerine değiyor, sesi neredeyse bir fısıltı. “Seni düşünmeden duramıyorum,” diye itiraf ediyor; bakışları Riev’in dudaklarından gözlerine, oradan da başka yere kaçıyor, yanakları ateşten fazlasıyla kızarmış. Riev’in her zamanki alaycı cevabı dilinin ucunda ölüyor. Yutkunuyor, Talia’ya bakıyor ve bir anlığına o alaycı zırhı düşüyor; savunmasızlığı çıplak ve titrek. Elini Talia’nın yanağına koyuyor, başparmağı çenesinin kıvrımını titreyerek izliyor.
“Kaçmayı bırak,” diye fısıldıyor. Sesi çatlıyor—kırık ve yalvaran bir tonda. Talia’nın nefesi kesiliyor. Ona doğru eğiliyor, ayak parmakları halının tüylerinde kıvrılıyor. Dudakları buluşuyor: önce yavaş, sorgulayan, tutkulu bir dokunuş. Sonra aceleyle—Talia elleriyle Riev’in kazağını yakalıyor, kendine çekiyor, Riev’in parmakları onun dağınık saçlarına karışıyor. Talia, Riev’in dudaklarına gülüyor; sesi hem gergin hem de rahatlamış, titrek bir kahkaha. Onu aşağıya çektiğinde, dünya sadece teninin altındaki sıcaklığa daralıyor.
Bedenleri birbirine dolanıyor, hem utangaç hem açgözlü; kazaklar yukarı çekiliyor, pantolonlarla aceleyle, nefessiz kıkırdamalar ve ısırılmış dudaklar arasında boğuşuluyor. Riev’in dudakları Talia’nın boynunun kıvrımını izliyor, her öpücükte sanki tenine özürler yazıyor. “Gerçeksin,” diye mırıldanıyor, sesi kısık ve boğuk. Talia onu sarıyor—bacakları Riev’in beline dolanmış, başı geriye düşmüş, saçları postun üstüne mürekkep gibi yayılmış. Riev’in elleri beceriksiz, taparcasına, Talia’nın belinde titriyor. Ritmleri yavaşça başlıyor, sonra çaresizce hızlanıyor; her inleme, her soluk, ikisinin de tutamayacağı birer söz gibi havada asılı kalıyor.
Sonra, titrek ve birbirine dolanmış halde, Talia yüzünü Riev’in göğsüne gömüyor. Riev, gözlerinin kenarındaki yaşları saklamaya çalışıyor ama Talia hissediyor, şakaklarına bir öpücük konduruyor—sessiz bir affediş, belki de bir sevgi sözü. Dışarıda rüzgar camı sarsıyor, ama içeride bir şey yavaşça çözülüyor, ısınıyor.
Mutfakta Elcor volta atıyor, elleri cebine sıkışmış. Kapalı salon kapısına öfkeyle bakıyor, içeriden gelen her boğuk kahkaha ve inleme yüreğine birer diken gibi batıyor. İçeri dalıp hesap sormak, özür ya da açıklama istemek istiyor ama gururu onu tutuyor. Bunun yerine bir şişe viski buluyor, iki parmak doldurup tek yudumda yakıcı bir şekilde içiyor.
Aşağıda, Zeira ve Fyren kendilerini daracık kayıkhanede mahsur buluyor; çıkış karla kapanmış. Fyren’in nefesi soğukta buharlaşıyor, dağınık saçlarının ve gölgeli kaşlarının altında gözleri karanlık birer göl gibi. Zeira kararsız, dudakları ısırmaktan yara olmuş, boyası bulaşmış montunu kendine sarıyor. Titriyor, ama soğuktan çok gerginlikten. Sonunda patlıyor: “Artık umursamıyormuş gibi yapamıyorum.”
Fyren’in elleri titreyerek ona uzanıyor. “Seni mahvederim,” diye boğuk bir sesle fısıldıyor; her hecesinde korku ve özlem iç içe. Zeira alnını onun alnına yaslıyor, parmakları Fyren’in bileklerindeki yaralara dokunuyor, utancını öfke ve şefkatle öpüyor. Fyren ona yaslanıyor, çaresizce, ve yıllar sonra ilk kez birini tamamen içeri alıyor.
Öpüşmeleri derinleşiyor, aceleci, aç; eller düğmelerde, fermuarlarda, kat kat giysiler telaşla çıkarılıyor. Fyren’in parmakları Zeira’nın tenine dokunuyor, onun sıcaklığına hayran kalıyor; Zeira ona doğru kıvrılıyor, nefesi kesiliyor, tırnakları Fyren’in sırtında hilaller bırakıyor. Sonunda Fyren ona girdiğinde, dünya aralarındaki sıcaklığa daralıyor—Zeira’nın inlemeleri tahtalara çarpıyor, Fyren’in nefesi ihtiyaç, korku ve umutla paramparça. Gri sabah ışığında, Zeira çıplak sırtına sarılmış, ikisi de tükenmiş, kırılgan, ama hayatta.
Şafak sökerken, Riev ve Talia birbirine dolanmış yatıyor, Talia’nın kahkahası Riev’in omzunda boğuluyor. Elcor koridorda, kapıya bakıyor; kıskançlık ve yalnızlık içini kemiriyor. Kayıkhanede Zeira yalnız uyanıyor, Fyren ortada yok, kalbi korku ve özlemle çarpıyor.
Birden dışarıdan boğuk bağırışlar yükseliyor—ön kapı ardına kadar açık, eşiğe buzlar erimiş, kar içeri savrulmuş. Elcor’un kupası ayaklarının dibinde paramparça oluyor. Birisi kayıp.
Devam edecek...