Bölüm 7
Yağmur havada asılı kalmıştı, yaprakları parlak ve ağır hale getiriyordu. Celine, solmuş leylak rengi elbisesiyle verandada volta atıyordu; kollarını sımsıkı sarmış, sanki iradesiyle kendini bir arada tutabilirmiş gibi. Saçları şakaklarında asi bukleler halinde kıvrılmış, gözlerinin altındaki mor halkalar uykusuzluğun izini taşıyordu. Bir an durdu, parmak eklemleri korkudan bembeyaz olmuş, trabzana tutunmuştu. O sırada Zatira patikadan sendeleyerek geldi—kotları çamurlu, sarı tişörtü vücuduna yapışmış, yüzünde fazla gergin, hayaletimsi bir gülümseme.
Celine’in göğsü eski bir şefkatle ve taze bir şüpheyle sıkıştı. “Geç kaldın,” diye fısıldadı; sesi, boğazında titreyen suçlamadan daha yumuşaktı. Zatira’nın kirpikleri titredi. “Bitki örnekleri beklediğimden uzun sürdü.” Sesi çatallıydı. Suçluluk, ya da daha kötüsü.
İçeride, kulübe huzursuzlukla dolup taşıyordu. Roen, ofis kapısına yaslanmıştı; geniş göğsü her kırık nefeste inip kalkıyordu. Kömür rengi gömleğinin yakası açıktı, çenesinde sakal gölgesi. Soluk bir fotoğrafa bakıyordu—üç gülümseyen yüz, biri eksik. Siahra’nın öfkeyle yükselen sesi koridordan yankılandı. Roen elini fırtınadan dağılmış saçlarının arasından geçirdi, çenesini sıktı; kontrol maskesi çatlamaya başlamıştı.
Koridorun sonunda, Siahra avuçlarını pencereye bastırmıştı; saçları gece yarısı yüzdüğü gölden hâlâ ıslaktı, beyaz atleti yağmurdan neredeyse şeffaflaşmıştı. Zatira’nın yaklaşışını izlerken, kaburgalarının altında kıskançlığın keskin sızısı dolaşıyordu. Zatira’nın kamp ateşi sönmek üzereyken, af dilerken çıkardığı o kırık, çaresiz sesi hatırladı. Siahra’nın öfkesi ise hâlâ taze ve yakıcıydı: Roen’i bir gece için Zatira’ya kaptırmıştı ve artık aralarındaki hiçbir şey güvenli gelmiyordu.
Celine, Zatira’yı temizlik odasının hemen içinde bileğinden yakaladı, sesi titriyordu. “Bana gerçeği söyle, Zatira. Kaza hakkında. Bunu hak ediyorum.” Zatira ona bakakaldı, gözleri kocaman, çaresiz. İtirafı, hıçkırıklar arasında döküldü: “Ben yaptım. Yardım etmek istedim—bitkinin onu iyileştireceğini sandım, ama daha kötü yaptı. Roen’den bunu gizli tutmasını istedim.” Gözyaşlarını sildi, elleri titriyordu. “Seni de kaybedemem.”
Celine’in yüzünde öfke ve kalp kırıklığı savaşıyordu, dudakları solgun, dişleriyle ısırılmıştı. Elini çekti, sanki yanmış gibi. “Bana söyleyebilirdin. Bunca aydır—” Başını salladı, kirpiklerinde yaşlar parlıyordu. “Artık hiçbirinize kim olduğumu bile bilmiyorum.”
Barın dumanlı sessizliğinde, Roen Siahra’yı bilardo masasının yanında köşeye sıkıştırdı. Dağılmış görünüyordu—gömleği dışarıda, parmakları düğmelerle oynuyordu. “Bana güvenmiyorsun,” dedi Siahra, sesi küçük ama kararlı. Roen uzandı, ama eli havada güçsüzce düştü. “Güven, benim için lüks,” diye kısıldı sesi. Aralarındaki her sırrın ağırlığı havada asılıydı. Siahra arkasını döndü, gözyaşlarını tutmaya çalışarak. “O zaman beni kaybedeceksin.”
Zatira, rimeli akmış, omuzları titreyerek verandada bir yabancının kollarına bıraktı kendini; yanlış yerde sıcaklık arıyordu. Adamın elleri sertti, öpücüğü açlıktan ibaretti—özlediği sadakatten eser yoktu ama acısını, en azından bir anlığına, uyuşturdu.
Celine çamaşır odasında tek başına duruyordu, bir havluyu öfkeyle sıkıyordu. Kalbi, duymak istemediği bir cevabı atıyordu: Bu kez affetmek onu kurtarmayacaktı.
Şafak yaklaşırken, Siahra kulübesinin kapısında valizini hazır buldu. Sapının altından bir kağıt parçası sarkıyordu: Git, yoksa her şeyden pişman olacaksın. Nefesi kesildi, eli titredi.
Roen boş koridorda sendeleyerek yürüdü, gözleri kıpkırmızı—ilk kez kaybolmuştu, kontrolü parmaklarının arasından akıp gidiyordu.
Dışarıda, Zatira güneşin doğuşunu izledi; baldırlarında çamur izleri, içinde umut ve utanç çarpışıyordu—kendini affedip affedemeyeceğini düşünüyordu.
Ve ormanın karmaşık kenarında bir gölge kulübeyi izliyordu—telefonunu kaldırıp fotoğraflar çekti—sonra ağaçların arasında kayboldu.
Devam edecek...