Bölüm 8
Siahra, solgun ışığın içinde dimdik duruyor; gevşek keten bluz, nemli tenine yapışmış. Saçları dağınık bir hale gibi başının etrafında, sabahın neminde çözülmüş; gözleri kocaman ve huzursuz, dudakları ise söylenmemiş kelimelerden şişmiş. Wildheart’a ilk gelen o kız değil artık. Kendini kaybetmiş, mücadeleyle ve özlemle yeniden bir araya getirilmiş biri gibi görünüyor.
Arkasında ayak sesleri: Roen. Gömleği önü açık, kolları sıvalı, göğsü geniş ve savunmasız. Sakalı çenesinde gölge gibi; bakışında tuttuğu her şeyin acısı var. Bir nefes kadar yakında duruyor, elleri ceplerinde, ama bedeni ona doğru eğilmiş, dokunmaya hasret.
“Seni kaçırdım sandım,” diyor Roen, sesi kenarlarından pürüzlü. O güvenli hali, yorgunluktan kırılgan bir maskeye dönüşmüş. Kırık bir gün doğumu yüzüne vuruyor, göz altındaki morlukları ve dudaklarının aşağıya bükülüşünü ortaya çıkarıyor.
Siahra yutkunuyor, bileğinin derisiyle oynuyor, gergin bir alışkanlık. “Bunu asla başaramazdın.” Sözleri suçlama ile davet arasında asılı kalıyor. Güçlü görünmek istiyor ama sesindeki titreme onu ele veriyor.
Roen elini uzatıyor. Parmakları Siahra’nın çenesine hafifçe dokunuyor, nazik ve saygılı, hâlâ izin ister gibi. Siahra dokunuşa yaslanıyor, göz kapakları titriyor. “Kal,” diye fısıldıyor Roen, öyle sessiz ki başkası duyamaz. Başparmağı Siahra’nın elmacık kemiğini okşuyor. Açlığı neredeyse dizginlenemez, ama arkasında titreyen umutsuz bir şefkat var.
Siahra çenesini kaldırıyor, yeni bir cesaretle; hem cesur hem titrek. “Burada kendimi kaybetmeye devam edemem, Roen. Senin için de, başkası için de.” Bunu söylemek yakıyor ama kırılmıyor.
Roen’in nefesi kesik kesik çıkıyor. Aradaki mesafeyi kapatıyor, kollarını Siahra’nın kalçalarının iki yanına dayamış, sanki dünyada gerçek kalan tek şey oymuş gibi tutuyor. “Kendini kaybetmeni hiç istemedim. Sadece—” Sesi çatallanıyor, nihayet çıplak, “—gerçek bir şey istedim.”
Siahra onun yüzünü inceliyor, altın ve orman yeşiliyle yarı aydınlanmış; parmakları Roen’in açık gömleğinin kenarına kıvrılıyor. “Gerçekti. Ama gerçek bizi parçaladı.”
Bir an, anılarla ağır. Roen’in çenesi kasılıyor, acı ve gurur savaşıyor. “Seni bırakabilsem, bırakırdım. Ama ben—” Duruyor, kelimeler yetmiyor, gözleri teslimiyetin eşiğinde parlıyor. Eli Siahra’nın beline kayıyor, onu sabitliyor, yalvarıyor.
Siahra’nın dudakları onun dudaklarını buluyor, yavaş ve arayarak; son öpüşleri tuz ve pişmanlık tadında. Elleri Roen’in gömleğine kenetlenmiş, bedeninin şeklini ezberlemek ister gibi, onu zamana meydan okurcasına biraz daha uzun tutmak için. Roen’in eli Siahra’nın sırtında yukarı kayıyor, onu daha da yakına çekiyor—sıcaklık ve sızı, bedenlerinin birleştiği yerde birbirine karışıyor.
Öpüşme bitiyor, nefessizler. Roen’in alnı Siahra’nın alnına yaslanıyor, elleri titriyor, kendini zor tutuyor. Siahra yanağını okşuyor, başparmağı Roen’in düşmesine izin vermediği bir gözyaşını siliyor.
Çantasını omzuna atıyor Siahra, kolyesinin ince zinciri parlıyor—bir zamanlar Roen’in tamir ettiği bir parça, şafakta ışıldıyor. “Bunu atlatırsın,” diyor, hem güçlü hem kırık, “Her zaman atlattın.” Bakışları Roen’in üzerinde, her bakışta vedanın tadı var.
Roen, Siahra’nın uzaklaşmasını izliyor, kasları onu geri çağırmamak için gerilmiş, çenesi kayıpla sıkılmış. Onu geri çağırmıyor. Kolları yanlarında, elleri açılıp kapanıyor, havada neredeyse sahip oldukları her şeyin izi var.
Yakında, Celine açıklığın kenarında duruyor, yumuşak kazağının kolları dirseklerinde, saçları aceleyle toplanmış. Siahra’nın geçişini izliyor, küçük, affedici bir gülümseme sunuyor ve sonunda kulübeden uzaklaşıyor. Adımlarındaki tereddüt, patikada kaybolurken yerini kararlılığa bırakıyor; güneş, yanaklarındaki kurumakta olan gözyaşlarını ısıtıyor.
Kulübenin gölgesinde, Zatira basamaklarda bağdaş kurmuş oturuyor, yüzünde dün geceden kalma maskara izleri, parmakları bir tutam orman nanesini oyalıyor. Kendi omuzlarına sarılmış, diğerlerinin gidişini izliyor, sonra başını ellerinin arasına bırakıyor. Göğsünden ağır bir iç çekiş geçiyor—pişmanlık ve umudu ahşap basamaklara bastırıyor.
Sabah, hayalet kelimeler ve kalp atışlarıyla dolu. Wildheart Lodge daha boş, ama havada söylenmemiş her şeyin titreşimi var. Roen açıklıkta tek başına duruyor, bilekleri çıplak, kalbi gelecek olana açık; orman, yaprakların arasında ihtimalleri fısıldıyor.