Bölüm 6
Ahşap barın üzerinde titreyen mumlar, birbirine fazla yakın bedenleri aydınlatıyor; kahkahalar, kıvılcım gibi keskin. Siahra, dumanlı kalabalığın arasında süzülüyor; koyu bukleleri yüzünün etrafında asi bir dağınıklık, pembe saten elbisesi kalçalarına yapışmış—biraz fazla kısa, her adımında meydan okuyan bir fısıltı. Roen’in bakışını sırtında, ağır bir yük gibi hissediyor; kaybolmaya çalışsa da, personel ve müziğin girdabında, o bakış peşini bırakmıyor.
Zatira, yanındaki tabureye yuvarlanıyor; kolları iki yana açılmış, yanakları fazla içkiden ve umuttan kızarmış. Her zamanki gibi bir beden büyük güneş elbisesi omzundan kayıyor, köprücük kemiğinin narin kıvrımını ve saklamaya çalıştığı o kırılgan yarasını ortaya çıkarıyor. “Tehlikeli görünüyorsun,” diye takılıyor, gözleri Siahra’nın dudaklarında geziniyor.
Siahra gülüyor ama sesi uzak, içinde bir soğukluk var. Odanın karşısına bakıyor, Roen’i loş ışıkta yakalıyor—koyu saçları mükemmel bir dağınıklıkta, beyaz gömleği yakasından açık, kolları sıvanmış, ön kollarındaki gerginlik gözle görülür. Elindeki içkiyi neredeyse tatmadan yudumluyor, çenesi kilitli, yüzü okunmaz.
Müzik yükselirken, Roen’in gözleri ondan bir an bile ayrılmıyor. Siahra’nın her kalça dönüşünde, her fısıldaşmasında, Roen’in kontrolü biraz daha çözülüyor. Siahra, artık umursamaz, çekici barmene yaslanıyor; adamın parmakları beline hafifçe dokunuyor. Siahra, Roen’e meydan okuyan bir gülümseme fırlatıyor.
Roen harekete geçiyor. Fırtına gibi hızlı, bir anda yanında bitiyor; sesi alçak, nefesi kulağında sıcak bir esinti. “Benimle gel.”
Siahra tereddüt ediyor—öfke ve özlem göğsünde çarpışıyor. “Neden geleyim?”
Roen’in çenesi daha da geriliyor. “Çünkü seni başkasıyla görmeye dayanamıyorum.” Elini yakalıyor, sıkıca, sahiplenircesine tutuyor. Oda bir anda siliniyor; Siahra’yı nefessiz bırakıp ofisine sürüklüyor—kapıyı arkasından çarpıyor.
Göğüs göğüse, yüzlerinde titreyen gölgeler—her şey keskin, her şey ihtiyaç dolu. “Ne istiyorsan söyle,” diyor Roen, elleri Siahra’yı duvara hapsediyor.
“İstediğim tek şey bu,” diye tıslıyor Siahra, aniden yukarı uzanıp dudaklarını Roen’inkilere yapıştırıyor, öfkeyle öpüyor. Roen’in kontrolü tamamen dağılıyor; Siahra’yı kendine bastırıyor, dudakları açgözlü, dişleri teninde geziniyor. Siahra’nın başı cama çarpıyor, soluğu kesik—Roen’in elleri uyluklarında, elbiseyi yukarı sıyırıyor, aralarındaki ateş her şeyi yakıyor.
Roen onu masanın üstüne kaldırıyor, evrakları bir kenara itiyor. Bedenleri telaşlı bir fırtınada birbirine dolanıyor—Siahra’nın tırnakları Roen’in sırtında iz bırakıyor, Roen’in dişleri Siahra’nın boynunda, ikisi de yanıyor. Ofis, nefes nefese iniltiler ve telaşlı itiraflarla doluyor—başka hiçbir şey yok, sadece birbirlerinin teninin tadı ve birlikte paramparça oldukları o çaresiz an.
Yorgun, titreyerek birbirlerine sarılıyorlar; Siahra’nın yüzü Roen’in omzuna gömülü. Roen, Siahra’nın yanağını okşuyor, başparmağı çenesinde oyalanıyor; gözlerinde bir anlık suçluluk—karanlıkta, zırhı tamamen düşmüş.
Dışarıda, koridor gıcırdıyor. Zatira, aralık kapıdan onları izlerken donup kalıyor; kirpiklerinde parlayan yaşlar, elleri eteğine kenetlenmiş, kimse fark etmeden geri çekiliyor, yüzünde taze yaralar açılıyor.
Daha sonra, parti dağılırken, Celine kırıkların arasında süzülüyor—gülümsemesi yumuşak, bakışları arayışta, kolları ihtiyacı olan herkese açık. Siahra ondan uzak duruyor, yaşananların ağırlığında kaybolmuş; Roen titreyen ellerle gömleğini ilikliyor, Zatira ise geceye karışıp kayboluyor.
Celine’in telefonu titriyor. Ekrana bakıyor, teni ürperiyor; isimsiz bir mesaj parlıyor: “Kimin dostun olduğunu bilmiyorsun.”
Başını kaldırıyor, gölgeleri tarıyor; kalbi hızla atıyor, şüphe her inandığı güzel şeyi zehirliyor.
Devam edecek…