Bölüm 3
Solenne’nin saçları, nemli havadan kararmış ve ıslanmış, başına buyruk, düzensiz dalgalar halinde omuzlarına dökülüyor. Eski püskü montunun fermuarıyla oynarken, solmuş bir gar bankının ucuna büzülmüş oturuyor; dizleri birbirine yapışık, uylukları titriyor, süresi dolmuş bir biletin arkasına titreyen parmaklarla bir şiir karalıyor. Her dize, içindeki gizli bir özlemi kazıyor, o sızı kaburgalarının altına gömülüyor. Başını kaldırdığında, Varik garın öbür ucunda duruyor; omuzları geniş, çenesi kilitli, gözleri loş ışığın altında alev alev yanıyor. Duvara yaslanmış, kolları göğsünde bağlı, bakışındaki keskinlikle sahiplenme ve arzu apaçık okunuyor, Solenne’in her hareketini izliyor.
Karanlığın içinden bir muzırlık parıltısı sıyrılıyor—Breslan gevşek bir özgüvenle, tembel ama kendinden emin bir gülümsemeyle yanlarına süzülüyor. Üniforması buruşuk, gömlek kolları sıvanmış, güçlü ön kolları açıkta; yakasındaki düğmeler açılmış, hafifçe davetkâr. Solenne’in yanına oturuyor, uyluğu kasıtlıca onun uyluğuna değiyor, vücudunun sıcaklığı kat kat giysiden bile geçip yakıyor.
“Yoğun bir gece mi?” diyor Breslan, sesi kadife gibi yumuşak, viskiyle ıslanmış gibi. Elinin tersiyle Solenne’in yanağındaki bir saçı geriye itiyor; Solenne hafifçe irkiliyor, göz göze geliyorlar—aralarında gerçek, öngörülemez bir his kıvılcımı çakıyor. O an, Solenne Varik’in kıskançlığını havada bir elektrik akımı gibi hissediyor; en yakın otobüsün metal kenarından bile daha keskin.
Breslan’a gergin, kısa bir gülümseme gönderiyor, dudakları endişeden ısırılmış, çatlamış. “Seninki kadar yoğun değil, anlaşılan,” diye fısıldıyor neredeyse. Breslan gülümsüyor, gözleri Solenne’in dudaklarında, bir an fazladan orada oyalanıyor. Aralarındaki kimya yoğunlaşıyor; öyle bir şey ki, ne taklit edilebilir ne de sahte.
Jyndra karşı sırada oturuyor, bacak bacak üstüne atmış, kucağında bir dosya. Bakışları jilet gibi keskin, avını izler gibi tetikte, her şeyin fazlasıyla farkında. Breslan Solenne’e biraz daha yaklaşıp, onun bir sözüne alçak bir kahkaha attığında, Jyndra dudaklarını büküp bir not alıyor, anı kaydediyor. Sonra, mola odasında Solenne’i köşeye sıkıştırıyor, kelimeleri dilinin ucunda kıvrılıyor. “Oyunun içine daha da mı daldık?” diyor Jyndra, sesi alaycı, gözleri okunmaz. “Anlaşmanın senin tarafını unutma.”
Solenne’in boynuna sıcaklık yayılıyor. Gözlerini kaçırıyor, tırnakları avucuna yarım aylar çiziyor. “Unutmadım,” diyor Solenne, sesi gerginlik ve utançla çatallı. Jyndra onu inceliyor, dudakları büzülmüş, zayıf bir nokta arıyor. “Unutma, onun seni görmesi gerek—yoksa ne anlamı var?” Jyndra’nın parmakları Solenne’in bileğine hafifçe dokunuyor, elektrik gibi bir temas; Solenne kendini geri çekmemek için zor tutuyor.
Vardiya bitince, Breslan onu gar bankında bekliyor. İstasyonda neredeyse kimse kalmamış. Sadece ikisi ve uzaklardan gelen fren sesiyle bölünen bir sessizlik, bir de köşede donmuş gibi duran Varik’in silueti; elleri montunun ceplerine gömülü, gözleri onlara kilitlenmiş. Breslan’ın yakışıklılığı, bu kez duruşundaki belirsizlikle yumuşamış; ilk defa neredeyse utangaç görünüyor.
Solenne, Varik’e bakıyor; bakışında acı ve meydan okuma iç içe. Sonra Breslan’a dönüyor. “Rol yapmana gerek yok,” diye mırıldanıyor, ama Breslan başını sallıyor, sesi neredeyse bir fısıltı. “Belki de istemiyorum.” Elini Solenne’in yüzüne koyuyor, başparmağı çenesini okşuyor, nefesi yakın ve sıcak. Solenne’in kirpikleri titriyor. Breslan’ın dudakları onun dudaklarına değdiğinde, öpücük önce çekingen—yumuşak, belirsiz, daha fazlasının ihtimaliyle titrek. Sonra aralarındaki arzu alevleniyor: Solenne’in elleri Breslan’ın gömleğine dolanıyor, Breslan’ın parmakları belinde yayılıyor, onu kendine sabitliyor.
Öpüşme derinleşiyor, dağınık ve baş döndürücü bir hâl alıyor, tüm maskeleri eritiyor, gerçek ve rol arasındaki çizgiyi bulanıklaştırıyor. Solenne hafif, şaşkın bir ses çıkarıyor; Breslan karşılık veriyor, çenesini kaldırıp onu kendine daha sıkı bastırıyor, sanki dünyada tutunacak tek şey oymuş gibi. Kalpleri göğüslerinde çarpıyor, kasları gerilmiş, nefes almayı unutuyorlar—dünya yok oluyor, ta ki yere düşen bir dosyanın şiddetli sesi onları ayırana kadar.
Varik birkaç adım ötede duruyor, gözleri vahşi, yüzünde kalp kırıklığı ve öfke savaşıyor. Nefesi dişlerinin arasından hırçınca çıkıyor, bakışlarıyla onları delip geçiyor; acısı öyle çıplak ki, aralarındaki havada canlı bir varlık gibi asılı kalıyor. Solenne’in dudakları şişmiş, Breslan’ın eli hâlâ onun kalçasında; havada inkâr edilemez bir gerçek asılı.
“Bu da ne demek oluyor?” Varik’in sesi kırık cam gibi, keskin ve çaresiz.
Solenne konuşamıyor. Kalbi öyle hızlı atıyor ki, başka hiçbir şeyi duyamıyor.
Devam edecek...