Bölüm 5
Lyra, Torrek’in yurdunun kapısında bekliyor; kalbi hem yaralı hem de çılgınca çarpıyor, kapüşonunu boğazına kadar çekmiş, oysa koridor zaten boğucu. Avuçlarındaki teri silip çantasının askısına beyazlaşan parmaklarıyla tutunuyor. Torrek kapıyı açtığında, sakalsız, geniş omuzlu, eski bir tişört ve eşofman giymiş, gözlerinin altı uykusuzluktan mor halkalarla çevrili. Bir an boyunca sadece birbirlerine bakıyorlar—Lyra’nın kararsızlığı titrek bir gölge gibi, Torrek’in kendine güvenen sırıtışı, Lyra’nın kirpiklerinde asılı kalan gözyaşlarını görünce sönüyor.
Lyra içeri adım atıyor, kapı arkasında kapanırken ağır bir nokta gibi yankılanıyor. Sesi titriyor. “Başka gidecek yerim yoktu.” Torrek, karışık saçlarının arasından titreyen bir el geçiriyor, dövmeli teninin altında kasları geriliyor. “Kalabilirsin. Ne kadar istersen.” Neden geldiğini, yüzündeki pişmanlık lekelerini sormuyor. Bir anlığına, yüzü rahatlamayla yumuşuyor, ama hemen bakışını kaçırıyor, çenesi kasılıyor, elleri tişörtünün eteğinde yumruk oluyor.
Lyra, dağınık yatağın ucuna oturuyor, dizleri birbirine çarpıyor. Onun kokusunu alıyor—parfüm, ter ve altında keskin, savunmasız bir şey. Torrek yanına oturuyor; hem fazla yakın hem de yeterince değil, uyluğu Lyra’nınkine değiyor. “Kötü bir gün müydü?” diye soruyor, alaycı bir gülümsemeyle, ama parmakları Lyra’nınkini tutmaya çalışırken titriyor. O tek dokunuş—kaba avucunun Lyra’nın bileğini sarması—Lyra’nın göğsünden bir hıçkırık koparıyor. Lyra’nın kelimeleri dökülüyor, yarım yamalak özürler ve sırlar, bakışları yere çakılı. “Yapmamalıydım... Her şeyi daha da berbat ediyorum... Sadece—”
Torrek, yanağını avuçluyor, başparmağı sıcak ve nazik, boğazında nabzı atıyor. “Görülmek istiyorsun.” Gözlerinde bir anlayış var—çıplak, yaralı, hazır. Eğiliyor, Lyra da kendini öptürmeye bırakıyor; dudakları çaresiz, beceriksiz bir ateşle buluşuyor. Torrek’in ihtiyacı vahşi ama nazik—dikkatli bir açlıkla hareket ediyor, sanki Lyra’yı kırmaktan korkuyormuş gibi. Lyra önce tereddütlü, sonra cesurca karşılık veriyor, tişörtünden tutup kendine çekiyor, kaybolmaya ihtiyaç duyuyor.
Kıyafetler aceleyle, beceriksizce sıyrılıyor—Lyra’nın parmakları Torrek’in eşofmanının belinde takılıyor, Torrek’in dudakları Lyra’nın boğazında ateş bırakıyor. Tenleri çıplak, belirsizlik ve savunmasızlıkla kaygan, tanınmak isteyen bir acıyla birbirine çarpıyor. Torrek’in hareketleri hem iddialı hem çekingen; Lyra’nın çenesini avuçlarken, bakışları izin ister gibi Lyra’nın gözlerinde geziniyor. Lyra kendini bırakıyor, Torrek köprücük kemiğini öperken titriyor, elleri Lyra’nın her kıvrımını sanki tapınır gibi izliyor, onu bütün yapacakmış gibi. Bir araya geldiklerinde, her şey çıplak—özlem ve yalnızlığın çarpışması, fısıldanan isimler nefeslere karışıyor. Torrek’in alnında ter damlaları, kaygısı Lyra’nın vücudunun ritminde bir anlığına siliniyor; önce beceriksiz, sonra çaresizce, acil bir uyum buluyorlar. Lyra’nın inlemeleri yumuşak, Torrek’in boğazında boğuluyor, masumiyeti yanıp kül oluyor.
Sonrasında, bitkin ve nefessiz, birbirlerine dolanmış halde yatıyorlar. Torrek’in kolu Lyra’nın omzuna sarılıyor, onu şimdiye demirliyor, burnunu Lyra’nın saçlarına gömüyor. Sesi titrek. “Canını acıttım mı?” Lyra başını sallar, gözyaşları geri dönüyor ama bu kez daha yumuşak. “Hayır. Ben... buna ihtiyacım vardı.” Torrek gözlerini kapatıyor, sessiz bir şükranla; duruşunda gururla korku savaşıyor—af dileyen bir asi kaptan gibi, adını koyamadığı bir suçlulukla.
Kampüsün öbür ucunda, Peris ofisinde oturuyor, masa lambasının soğuk ışığı solgun ellerine vuruyor. Lyra’nın şiirlerini tekrar okuyor—onun arzusu, kalp kırıklığı, yitip giden masumiyeti—ve bu bilgi Peris’in içini kesip geçiyor. Caelum içeri dalıyor, gri gözleri çılgın, üniforması kusursuz ama maskesi çatlamış. “Bana yardım etmelisin,” diye yalvarıyor, sesi kısık ve yırtık. “Biliyorlar. Saille biliyor—kopya çektim—lütfen, her şeyimi kaybedemem.” Peris’in içi parçalanıyor, göğsündeki sızı Caelum’un bakışındaki suçlulukla ikiz. Masanın etrafından dolanıp Caelum’un omzuna titreyen bir el koyuyor, şık kumaşın altında çaresizliği hissediyor. “Yalnız değilsin,” diyor Peris, sesi empatiyle boğuk, Caelum’un ona yaslanmasına izin veriyor, nefesleri düzensiz, her kalp atışında sınırlar bulanıklaşıyor.
O sırada, Lyra gece yarısını çoktan geçmiş Torrek’in yatağından sessizce sıyrılıyor, midesinde pişmanlık dolanıyor. Sessizce giyiniyor, bakışları Torrek’in huzurlu, uykulu yüzünde takılı kalıyor. Kendi kendine soruyor: Bir kurtuluş mu, yoksa yeni bir yara mı? Telefonu titriyor: İsimsiz bir mesaj—Saille’in alaycı sesi—bir fotoğraf ekli. Caelum’un sahte ödevinin kanıtı, Peris’in kırmızıyla atılmış imzası. Elleri titriyor.
Lyra dehşetle gözlerini açıyor; sırlar patlamak üzere ve o, hepsinin tam ortasında.
Devam edecek...