Bölüm 4
Selix keten paravanın arkasında duruyor; gümüş rengi ince geceliği, yağmurdan sırılsıklam olmuş, tenine yapışmış, neredeyse şeffaf. Yağmur damlaları köprücük kemiğinde birikiyor. Koyu saçları dağınık, vahşi; yüzü ise bir kale kadar korunaklı, her duygusunu saklıyor. Karşısında Calder var—fayans duvara yaslanmış, yarı giyinik, çenesi kasılmış. Ten rengi gömleği ıslanmış, vücudunun keskin hatlarını ortaya çıkarıyor. Gözleri Selix’e kilitlenmiş—aç, ama yumuşayan bir bakış; gerginliğin altında bir şefkat var. Selix, onun kendisini böyle görmesinden nefret ediyor; ama aynı zamanda buna fena halde ihtiyaç duyuyor.
Geceliğini omuzlarından sıyırıp yere, duşun zeminine bırakıyor; kumaş fısıltıyla kayıyor. Gözlerini kaçırmıyor. Kalp atışları, başının üstünden akan sudan daha gürültülü. Calder’ın ilk adımı atmasını, onu sahiplenmesini bekliyor; ama Calder sadece bakışını tutuyor. Sesi kısık, boğuk: “Üşüyorsun.” Selix gülüyor, kırılgan bir kahkaha; tüm çatlaklarını örten bir maske. “Kendini fazla önemseme—sadece yağmurdan.” Sözleri, niyetinden daha keskin çıkıyor, neredeyse bir bıçak gibi. Calder’ın dudakları kıpırdıyor, belli belirsiz bir gülümseme.
Aralarındaki mesafe bir anda kapanıyor—onun elleri Selix’in belinde, Selix’in parmakları Calder’ın ıslak saçında, aceleyle. Selix teslim oluyor; Calder’ın dudaklarının her kasıtlı dokunuşunda, parmaklarının sırtında kayışında, içindeki sızı büyüyor. Bedenleri ateşli bir uyumla hareket ediyor; her öpücükte hem yalvarış hem ceza var. Selix tırnaklarını Calder’ın omzuna geçiriyor, onu nefessiz bırakıyor, kontrolünü kaybetmeye zorluyor. Calder karşılık veriyor; sert bir öpücük, kalçalarıyla Selix’i soğuk fayansa hapsediyor: hakimiyet ve teslimiyet, yavaş yanan bir savaş. Bir anlığına Selix her şeyi unutuyor. Kahkahası bir inlemeye dönüşüyor, Calder’ın gözlerindeki ateş onu neredeyse eritiyor.
Calder geri çekiliyor, nefes nefese, gözleri Selix’in yüzünde geziniyor. “Her zaman benimle savaşmak zorunda değilsin.” Selix dudağını ısırıyor, omuzları içine kapanıyor; savunmasızlığı omurgasında bir ürperti. “Zorundayım. Mecburum.” Calder ilk kez yanağını avuçluyor, başparmağıyla kirpiklerinin altına sıcaklık bırakıyor. Selix, yıllardır dökemediği gözyaşlarını ona gösteriyor, Calder’ın dudakları boğazında öyle nazik bir öpücük buluyor ki, Selix’in tüm savunması dağılıyor. Tırnakları Calder’ın tenini bırakıyor. Titriyor; Calder onu tutuyor, her parçasını bir arada tutuyor. Su üzerlerinden akarken, Selix kendini bırakıyor—sadece bedenini değil, bugüne kadar kimseye emanet etmediği her şeyini.
Biraz sonra, Calder’ın gömleğine sarılmış halde, Selix pencereye yaslanıyor. Yüzünde hiçbir hesap yok; yorgunluk ve özlem, Calder’a attığı her bakışta kendini belli ediyor. Calder lavabonun yanında oyalanıyor, belinde havlu, göğsünde Selix’in tırnak izleri. “Sence Brax uzak durur mu?” diye soruyor Selix, camın ardındaki fırtınalı kumsala bakarak. Calder’ın çenesi kasılıyor. “O asla durmaz.” Bir anlığına Selix’in zırhı düşüyor. “Ne yaptın, Calder?” Sesi yumuşak, neredeyse kırık. Calder ellerine bakıyor—eklemleri bembeyaz, damarları belirgin. “Affetmeni isteyeceğim hiçbir şey yapmadım.” Selix ona bakıyor, kalbi umut ve korkuyla paramparça.
Aşağıda, misafir çadırlarının önünde, Ryven basamaklarda oturuyor; kolları göğsünde, yağmur boynundan süzülüyor. Izelle yaklaşıyor—saçları toplanmış, eşofman altı vücuduna oturmuş, gözleri endişe ve öfkeyle çevrili. Yanına, özellikle yakın oturuyor; parfümü yağmur kokusuna karışıyor. “Bana ne olduğunu anlatacak mısın, yoksa böyle sessizce oturup duracak mısın?” Ryven irkiliyor, bakışları yağmurda biriken kuma sabitlenmiş. “Belki bazı şeyler gömülü kalmalı.” Izelle gözlerini kısıyor, yüzünü inceliyor. Elini uzatıp, ıslak bir saç telini kulağının arkasına itiyor—Solara Veil’de kimseye göstermediği bir şefkatle. “Herkesi dışarıda tutuyorsun.”
Ryven onun dokunuşunda ürperiyor; yaklaşmak istiyor, ama ne anlama geleceğinden korkuyor. “Herkesi değil,” diyebiliyor ancak. Izelle ona bakıyor, sesi yumuşak. “Beni içeri alabilirsin. Ya da beni de itebilirsin. Seçim senin, Ryven.” Aralarındaki sessizlik ağır ama elektrik yüklü. Izelle yamuk bir gülümsemeyle ayağa kalkıyor, uzaklaşıyor; yağmur gömleğini sırtına yapıştırıyor. Ryven kımıldamadan oturuyor, kalbi kendi ördüğü duvarlara çarpıyor.
Spa çadırında, Talya yoga matlarını topluyor. Izelle içeri süzülünce başını kaldırıyor; yanakları kızarmış, saçları ıslak bir hale gibi. Talya’nın bakışı bir kalp atışı kadar uzun sürüyor. “Zor bir gece miydi?” diyor, sesinde hafif bir takılma. Izelle sırıtıyor, yanına matın üstüne bırakıyor kendini. “Buradaki herkes ya bir şeylerden saklanıyor ya da kaçıyor—kendinden bile.” Sesi yorgun, özlemle aşınmış. Talya’nın eli Izelle’in elini buluyor; serin ve kararlı. “Benimle kaçmana gerek yok.” Izelle elini sıkıyor, gözlerini kapatıyor—sessiz bir bağ, tehlikeli derecede gerçek bir huzurun tohumu.
Personel lojmanında, Calder telefonunun kilidini açıyor. Ekran karanlıkta parlıyor; tek bir mesaj, kelimeler bıçak gibi: O burada. Calder’ın yüzünden bütün renkler çekiliyor. Telefon ellerinde titriyor. Dışarıda fırtına hafifliyor; içeride, Calder’ın dünyası paramparça oluyor.
Devam edecek...