Bölüm 7
Jossan, Calais’in ofisinin hemen dışında, soğuk tuğla duvara yaslanmış; her zamankinden daha gergin, cılız bedeni yay gibi. Ceketinin kolları aceleyle dirseklerine kadar sıvanmış. Gözlerinin altındaki gölgeler derinleşmiş. Omzunun üzerinden bir bakış atıyor—hem umutlu, hem korkulu—sonra kapıyı itiyor. Calais içeride bekliyor, her zamanki gibi kusursuz: siyah kadife gömleği boğazına kadar ilikli, saçları yana taranmış, dudakları ince bir çizgi. Gözleri Jossan’ı bir böcek gibi sabitliyor. Jossan kekeliyor, sesi titrek: “Beni bir fare gibi gördüğünü biliyorum.” Gülümsemeye çalışıyor ama yüzünde donup kalıyor. Calais’in gülümsemesi ise yavaş ve acımasız.
Calais, bir kedi gibi etrafında dolanıyor, tedirgin bir kuşla oynar gibi. Parmakları Jossan’ın omzuna dokunup ceketinin dağınıklığını düzeltiyor. “Bana yalan söyleyecek kadar zeki değilsin, Jossan.” Jossan’ın direnci kırılıyor, dudakları aralanıyor, çenesi kasılıyor. Calais’in sesi fısıltıya düşüyor: “Bunu unutmam için bana ne vereceksin?” Jossan gözlerini ona kaldırıyor, yeşil gözleri çaresiz. “Her şeyi,” diyor, neredeyse nefes kadar hafif. Calais ona yaklaşıyor—o kadar yakın ki nefesini yanağında hissediyor—sonra bir parmak şıklatışıyla onu serbest bırakıyor, küçümseyerek. “Göreceğiz,” diye mırıldanıyor Calais, arkasını dönüp giderken Jossan hem aşağılanmış hem de rahatlamış halde kalakalıyor.
Jossan’ın elleri titriyor, merdivenlerden sendeleyerek inerken. Neredeyse Vespera’ya çarpacak oluyor; Vespera, trabzanın yanında, yıpranmış kot yeleğiyle duruyor, dudakları gece yarısı mavisiyle boyanmış. Yüzü okunmaz, ama hareketleri kesin—bir kedi gibi yana çekiliyor, kolu Jossan’ınkine hafifçe değiyor. “Sakın kendini ona yedirme,” diye fısıldıyor, öyle sessiz ki Jossan gerçekten duyup duymadığından emin olamıyor. O an havada asılı kalıyor; sonra Jossan kaçıyor, demir basamaklarda ayak sesleri yankılanıyor.
Alt katta, Evaleine volta atıyor, dizleri yırtık, boyaya bulanmış kot pantolonuyla. Tırnağını kemiriyor, gözleri Vespera’yı arıyor. Vespera nihayet aşağı indiğinde, Evaleine yolunu kesiyor, gözleri özlemle sertleşmiş. “Kaybolmayacağına söz vermiştin.” Vespera onu inceliyor, yüzü yine okunmaz, sonra şaşırtıcı bir yumuşaklıkla Evaleine’in yanağını avuçluyor. “Eğer kaybolursam, benimle kaçar mısın?” Evaleine göz kırpıyor, tereddüt bir anlığına yüzünde—sonra Vespera’nın başparmağı çenesini izlerken ona doğru eğiliyor, vücudu titriyor. Ama Vespera geri çekiliyor, dudakları hafifçe kıpırdıyor, aradan sıyrılıp gidiyor; Evaleine ise yanakları yanarak, soluğu boğazında düğümlenmiş halde kalıyor.
Yukarıda, Calais ofisinde volta atıyor, öfkesi çenesine vurmuş, elleri öyle sıkılı ki eklemleri bembeyaz. Kırık aynada kendi yansımasına bakıyor, gözlerinde Vespera’nın gözlerini görüyor. Geçen haftanın hayaletleri yüzünde dolaşıyor: Orin’in kahkahası, Jossan’ın korkusu, Vespera’nın Evaleine’in kalçalarına dokunuşu. Kederle öfke savaşıyor; Calais yumruğunu masaya indiriyor, cam kırıkları yere saçılıyor.
Depoda gerilim tavan yapmış. Vespera karanlık odaya süzülüyor, loş ışık solgun kollarında gölgeler oynatıyor, bol atletinin altından çilleri görünüyor. Kamerası bileğinde sallanıyor. Calais kapıda beliriyor, duruşu dimdik, takımı kusursuz ama gözleri çılgın. Karşı karşıya geliyorlar; yanaklarında, çenelerinde aynı çizgiler, ama aralarında yılların acısı ve suçlaması. “Hep benim olanı almak zorundasın,” diye tıslıyor Calais, sesi eski yaralarla hırpalanmış. Vespera’nın ifadesi sertleşiyor, sesi donuk: “Senin olanı hiç istemedim—sadece kendine bile izin vermediğin şeyi istedim.” Sözleri çarpışıyor, aralarındaki hava kırık geçmişle keskinleşiyor.
Calais birden, umutsuz bir öfkeyle aradaki mesafeyi kapatıyor. Vespera da ona karşılık veriyor, kaşları çatılmış, yumrukları sıkılı. Bir an, kavga edecekler sanırsın—Vespera’nın çenesi kasılmış, Calais’in elleri yanlarında gerilmiş. Sonra, sanki görünmez bir kuvvetle, Vespera’nın öfkesi çözülüyor. Gözleri yaşla doluyor. “Sadece—” sesi çatlıyor. Calais, bir an daha katı kaldıktan sonra, titrek bir nefes veriyor ve birden birbirlerine sarılıyorlar; öyle sıkı, öyle çaresiz ki canları yanıyor, hıçkırıkları birbirlerinin boynunda saklanıyor. Sarılmaları acımasız, umutsuz; söylenmeyen her şey, titreyen bedenlerinde dışarı akıyor.
Aşağıda, Evaleine bir sandığı tekmeliyor, elleri ceplerine gömülü, kim kimi seçerse seçsin umursamıyormuş gibi yapıyor. Jossan yanından geçiyor, kaybolmuş, gözleri kıpkırmızı. “Burada hiçbir şey kalıcı değil, değil mi?” diye mırıldanıyor. Evaleine cevap vermiyor—gözleri yukarıda, kedi yolunda; Orin’in hırpalanmış gitarı orada, kayışı rüzgârda dönüyor.
Orin’i bütün gece gören olmamış.
Gece ilerleyip depo sessizleştiğinde, Calais sessizliğin içinde dolaşıyor, siyah postalları tahtada yankılanıyor. Ofis kapısında, kulpuna bantlanmış bir USB buluyor—arkasında tek bir kelime: “Dinle.” Bilgisayarına takıyor. Orin’in sesi, pürüzlü ve güzel, karanlığı dolduruyor: “Calais için. Söylemeye korktuğum her gerçek için.”
Şarkısı, ham ve yıkıcı, her şeyi itiraf ediyor: arzu, korkaklık, umut. Calais’in gözleri yanıyor. Sahne donuyor—titreyen elleri, yan odada Vespera’nın şiş gözleri, merdivende kıvrılmış Evaleine, kapıda bekleyen Jossan—hepsi kayıpla ve özlemle paramparça olmuş.
Birden yükleme kapılarında bir gürültü—polis ışıkları pencereden içeri çakıyor, mavi ve telaşlı.
Devam edecek...