Bölüm 5
Yağmur, uzun cam pencerelere şiddetle vuruyor, neon ışıkları Leya’nın yüzüne çizgiler halinde yansıtıyor. O, koridorda çıplak ayakla duruyor, kollarını sıkıca kendine sararak. Saçları dağınık, yarı kıvırcık, biraz asi; bu gece etkinlik planlayıcısının şıklığının arkasına saklanmıyor, sadece solmuş vintage bir tişört ve pijama şortu giymiş. Vyn’in kapısının önünde duraklıyor, yumrukları titriyor, sonra kapıyı çalıyor. Kapı açıldığında, Vyn gömleksiz, belinde bağcıklı pantolonuyla, dudaklarında serseri bir gülümseme var. Gözleri keskin, uyanık ama sesi alçak ve yumuşak.
“Uykun mu kaçtı?” diye takılıyor, kenara çekilerek başıyla içeri davet ediyor. Leya yanından geçiyor, omuzları gergin, aralarındaki hava yoğun. “Bir şey mi var aklında, Leya?”
Yatağının kenarına oturuyor, parmakları kucağında kıvrılıyor, nereye bakacağını bilemiyor. “Saçma,” diyor kırılgan bir kahkahayla, yağmurun dövmeli köprücük kemiklerine düşen gölgelerini izleyerek. “Kian’ı düşünüyorum sürekli. Ve biliyorum ki... o Sarelle’le. Sadece—” Dudaklarını ısırıyor, sesi titriyor. “Kendimi görünmez hissediyorum. Sanki hiç kimsenin gerçekten istediği kişi ben değilmişim gibi.”
Vyn yanına yaklaşıyor, elini hesaplı bir şekilde onun elinin üzerine sürüyor. Varlığının sıcaklığı anında hissediliyor, başparmağı cildinde yavaş, boşuna daireler çiziyor. “Benimle görünmez olmak zorunda değilsin.” Sesi kadife, içinde açlık var ama gözleri arıyor—belki bir koz, belki daha yumuşak bir şey.
Leya bunu gülerek geçiştirmeye çalışıyor ama kalbi fırtınayı bastıracak kadar yüksek atıyor. Kısa bir an için tüm sırlarını düşünüyor, sadece bir kez kendisi için seçilmeyi. Vyn yana eğildiğinde irkiliyor ama geri çekilmiyor. Dudakları çenesine dokunuyor, yavaş, nazikçe, tepki verip vermeyeceğini sınarcasına. Tepki vermiyor. Gözlerini kapatıyor, kendini ona bırakıyor.
Öpüşü sıcak, kararlı, ustalıkla dudaklarına kayıyor. Leya titriyor, elleri geziniyor—biri omurgasında yukarı çıkıyor, diğeri tişörtünün altına kayarak eski ve yeni izleri izliyor. Gözlerinde şaşkınlık ve korku beliriyor ama Vyn mırıldanıyor, “Sen güzelsin, her halinle,” ve Leya bunun yalan mı yoksa çaresizce inanmak istediği bir gerçek mi olduğunu ayırt edemiyor.
İstekleri çarpışıyor—onun açlığı daha ham, daha çıplak, Vyn’in dokunuşu hem nazik hem de sahiplenici. Tişörtünü başından itiyor, açığa çıkan her santimi öpüyor, her zaman sakladığı izlerde dudakları kalıyor. Leya ona doğru yaylanıyor, teslim oluyor. Yağmurun ritmik sesi altında nefesi kesiliyor—özlem ve yalnızlığın savaşı gibi.
Sonra, Vyn’in göğsüne kıvrılıyor, saçları terle yapışmış, gözleri inanmaz bir ifadeyle donuk. “Neden ben?” diye fısıldıyor, cevabı duymaktan korkarak.
Vyn cevap vermiyor—gerçekten değil. Sadece başının tepesini öpüyor ve onu gevşekçe tutuyor, yarı dönmüş, telefonunun titreşimine dalmış halde. Leya bakışlarını ellerine çeviriyor, ekranda bir şeyler kaydırıyor. Kısa bir an görüyor: isimler listesi, en altta yeni eklenmiş kendi adı. Midesi burkuluyor. Bir anda aralarındaki sıcaklık soğuyor, işlemsel bir hale geliyor—bir fetih, bir bağ değil.
Koridorun diğer ucunda, Sarelle Kian’ın boş yatağında uyanık yatıyor, parmakları eski sevgilisinin numarasının üzerinde duruyor. Başparmağı tereddüt ediyor, sonra iki kelimelik bir mesaj yazıyor: “Seni özledim.” Henüz göndermeye cesaret edemiyor. Ama karanlıktaki ekranın parıltısı, belirsiz bir bela vaadi.
Vyn, Leya’nın gözlerinin üzerindeydiğini hissedip dönüyor, çenesi sıkılı, yüzü mavi fırtına ışığında okunmaz halde. Leya battaniyeyi daha da çekiyor üzerine, utanç ve pişmanlık dalgası içinde. Bir an için tamamen yok olmayı diliyor.
Dışarıda gök gürlüyor, şehir titriyor ve The Glassen’daki her dairenin arasında derin bir uçurum açılıyor. Ardından gelen sessizlikte, Leya kendine bir dahaki sefere hayır diyeceğini söylüyor ama buna gerçekten inanıp inanmadığından emin değil.
Devam edecek...