Logo
TR
Loading...

Bölüm 5

Lexie’nin elleri titreyerek asansör düğmesine bastı; parmak boğumları bembeyaz, nefesi göğsünde sıkışmıştı. Telefonu titredi—yeni bir mesaj: Yeter. Gözyaşları düşmeden önce gözlerini kırpıştırdı, kendini toparlamak için o eski, alaycı gülümsemesini takındı. Kapılar açılır açılmaz, sanki hiçbir şey olmamış gibi kahkahalarla yemekhanedeki sohbete karıştı, ama bakışları sürekli kapıya kayıyordu; sanki sır, bir sonraki baretliyle içeri girecekmiş gibi korkuyordu.

Em onu koridorda buldu, sesi alçak, yumuşak. “Lex, iyi misin?” Soru havada asılı kaldı, gerçek bir endişeyle yüklüydü ve Lexie bu kez geçiştirmedi. Em’in gözlerine baktı, yargı aradı, sadece şefkat buldu.

“Bitirdim,” diye fısıldadı Lexie, kollarına sarılmış, tırnakları kot ceketinin kollarına ay gibi iz bırakıyordu. “Mecburdum. O— neredeyse yakalanıyorduk. Yapamam… Burada nefes alamıyorum.” Sesi titrek, kırılgan ve küçücüktü.

Em onu elektrik odasına çekti, floresan dünyayı dışarıda bıraktı. Lexie kollarına yığıldı, çirkin bir hıçkırıkla; rahatlama ve yas birbirine karışmıştı. “Geçecek,” diye mırıldandı Em, saçlarını nazikçe okşayarak, onu yere bağladı. “Yalnız değilsin. Hiçbir zaman.” Lexie daha sıkı sarıldı, aylar sonra ilk kez kendini bırakmasına izin verdi.

Theo, şantiyede neredeyse takıntılı bir kararlılıkla yürüyordu; elinde sımsıkı tuttuğu planlar, çenesi çelik gibi kilitli. Her kası, Em’in varlığının farkındalığıyla titriyordu—kokusu, kahkahası, bir yerlerde, gözden uzakta yankılanıyordu. Sonunda onu derme çatma ofisinde bulduğunda, Em planlara eğilmişti; kaşları çatık, dudakları düşünceden büzülmüş. Ona dokunma, onu kendi yörüngesine çekme isteği, her adımının altında köz gibi yanıyordu.

Em, Theo’nun alanına girmesiyle irkildi, göz göze geldiler—bir anlığına vahşi, söze dökülmeyen, sürdürülemez bir şey parladı aralarında. Theo, kısık ve boğuk bir sesle adını fısıldadı: “Em.”

Em, kendini durduramadan ona yaklaştı. “Yapamayız—”

Ama Theo onu öptü, aç ve aceleci; elleri Em’in saçlarına dolandı, onu kendine çekti. Planlar ayaklarının dibine savruldu. Theo onu masanın üstüne kaldırırken Em’in bacakları Theo’nun beline dolandı, Theo’nun dudakları boynunda ateş gibi gezindi. Em, Theo’nun gömleğini çekiştirdi, tenini hissetmeye, dünyayı unutturmaya ihtiyacı vardı.

“Kapıyı kilitle,” diye fısıldadı, nefesi şimdiden düzensiz.

Theo, gözlerini hiç ayırmadan kapıyı kilitledi. Dudakları birbirine çarptı, sanki bu onları kurtaracakmış gibi. Kıyafetler aceleyle çıkarıldı—Em’in bluzu açıldı, Theo’nun kotu aşağıya indi, masanın soğuk kenarı Em’in sırtını acıttı. Theo’nun bedeni ona bastırıldı; her hareketi bir itiraf, her titremesi bir dua gibiydi. Em ona sarıldı, tırnakları Theo’nun omuzlarını çizdi; ritimleri uyumsuz, çaresiz, saf bir ihtiyaçtı. Başı geriye düştü, saçları planların, tabloların ve sırların üstüne yayıldı; hazla acı arasındaki çizgi, Theo’nun dokunuşunda silindi gitti.

Theo onu kendine daha da çekti, alınları birbirine yaslandı, terleri birbirine karıştı. “Bunun gerçek olduğunu söyle. Bunu en az benim kadar istediğini söyle,” diye yalvardı, nefes nefese.

“İstiyorum,” dedi Em, sesi hem boşalmış hem korkudan titrek. “Sana ihtiyacım var. Yapamam—” Onu tekrar öptü, geriye sadece bedenlerinin çılgınca atışı kaldı. O sıcaklık ve özlem yumağında, sonuçları unuttular; neredeyse aşka benzeyen o tehlikeli tadın içinde kayboldular.

Sonra, Em Theo’nun göğsüne uzandı, kalbi deli gibi atıyor, parmakları eski ve yeni yaraları takip ediyordu. Theo, Em’in şakaklarına dudaklarını bastırdı, hâlâ onun mucizesi ve yıkımında kaybolmuştu.

Ofis kapısı sallandı—Em’in telefonu cebinde çılgınca titriyordu. Em doğruldu, yüzüne panik yayıldı. Theo, çaresizce izledi Em mesajı okurken. Em’in teni buz gibi oldu.

“Ondan,” dedi zorla. “Nişanlım—çatıyı biliyor. Bizi biliyor.” Masanın ayağının altında, sıkışmış bir parça mavi kumaş buldu—Theo’nun geride kalan gömleği. Hava, korkudan boğuldu.

Theo yutkundu. “Ne istiyor?”

Em ekrana bakakaldı, sesi boş, korkudan hasta. “Sana geliyor.”

Devam edecek...

Çelik Arasında Sıkışmış

63%