Bölüm 3
Mirael’in gelişi sessizdir—deniz yeşili paltosunun bir parıltısı, sırtında ıslak örgülü saçları, gri sabaha fazla parlak bir gülümseme. Deniz fenerinin mutfağında sanki oranın sahibiymiş gibi dolaşır, çantasını tezgahın üzerine güvenle bırakır, etraftan bakışlar toplar. Gözleri, lavabonun yanında sert duran Selis’e takılır; kolları lacivert iş gömleğinin üstünde çapraz, çenesi sıkıca kapalıdır. Mirael, yüzeyde zar zor dalgalanan yumuşak bir kahkaha atar. “Burada olmanı umuyordum. Fonla ilgili haberlerim var.”
Selis, kaşlarını çatıp alt dudağını dişlerinin arasına sıkıştırarak onu süzer, önce tek kelime etmez. Parmakları porselen kupa üzerinde sinirli, düzensiz bir ritim tutturur. Mirael biraz daha yaklaşır; aralarındaki hava, sadece Selis’in hissedebileceği bir elektrikle dolar. “Kasaba, buranın hâlâ kurtarılmaya değer olduğunu kanıtlamamızı istiyor,” diye fısıldar. Eli Selis’in koluna dokunur, parmakları biraz fazla uzun kalır. Selis gerilir, çekilir. Gözlerinde yumuşaklık yoktur, sadece sevdiği her şeyi koruyan bir kadının keskin bakışı—belki de fazlasıyla koruyucu.
Kapı aralığından Vael onları izler; dağınık siyah saçları, yamuk yakalı gömleğiyle. Dudaklarında hafif bir gülümseme belirir—gerilimi beslemekten keyif alan bir gözlemci. “Mirael, intikamını almaya mı geldin?” der, sesi baştan çıkarıcı ve tehditkar bir tonda. Mirael ona zar zor bakar, çenesini kaldırarak onu geçiştirir.
Arkalarında, Kavi durmaktadır; kapüşonlu sweatshirt’ünün kolları ellerinin üstüne çekilmiş, vücudu küçük bir top gibi büzülmüş, sanki dökülen boyaya karışıp kaybolacakmış gibi. Mirael nihayet onu fark ettiğinde, aynı büyüleyici gülümsemeyi ve fazla tatlı bir “Sen Kavi olmalısın. Çok şey duydum hakkında.” der. Kavi gözlerini devrir, alaycı bir sesle karşılık verir ama yanaklarındaki kızarıklık, göz ardı edilmemek için duyduğu acil ihtiyacı ele verir.
Vael, Mirael ile Selis’in arasından geçerken Selis’in beline hafifçe dokunur—sahiplenmenin ince bir işareti. Selis’in bakışları Kavi’ye kayar, itiraz etmesi için meydan okur. Ama Kavi gözlerini kaçırır, dilini yanağının içine bastırır; hem öfkeli hem de mahcup.
Sonra, mutfak boş ve sessizken, Selis merdiven boşluğunda Vael’i bulur; gölgeler yanak kemiklerine tırmanmıştır. Onu yanına çekmeye, kaybedilen şeyi onarmaya çalışır ama sesi kesik kesik, ihtiras ve suçlama doludur. “Hâlâ beni istiyor musun, yoksa bu sadece alışkanlık mı?” diye fısıldar, bedenini ona yaslar. Vael onu öper—açgözlü, cezalandırıcı, elleri belini kavrar. Ama Selis fazla sıkı sarılınca, soğuk gözlerle çekilir, dudakları rahatsızlıkla bükülür. “Bunu çirkinleştirme, Selis.” Yüzü buruşur ve omuzları titreyerek oradan uzaklaşır.
Drevik dışarıda beklemektedir; ince bedeni korkuluklara yaslanmış, yağ lekeli elleri ceket cebinde. Kavi yanına yaklaşır, adımları tereddütlü, kollarını sıkıca kavramış. Göz göze gelirler, bakışları uzun süre buluşur. “Zor bir sabah mı?” diye sorar, sesi alçak ve itiraf etmek istemediği kadar şefkat dolu. Kavi omuz silker ama bileğinin üzerindeki taze kesik Drevik’in dikkatinden kaçmaz.
Kelime etmeden, Drevik yıpranmış bir mendil çıkarır ve nazikçe koluna sarar, elleri dikkatli, gözleri ondan hiç ayrılmaz. Dokunuşu özenli, saygılıdır. Kavi’nin nefesi kesilir. “Keşke bazen… kaybolabilsem,” der, sesi neredeyse duyulmaz. Drevik başparmağıyla parmaklarının üzerinden geçer, aralarındaki ısı yükselir—ne tam dokunuş ne tam engel. “Yapma,” der basitçe. “Buradasın. Seni görüyorum.”
Kavi ona yaslanmasına izin verir, ilk kez fark edilmek için savaşmaz. Bir an için içindeki fırtına diner.
İçeride, Selis’in soğukkanlılığı patlar. Yumruklarını banyo lavabosuna vurur, kızarmış yanaklarından yaşlar süzülür, sesi kısık ve hıçkırıklarla doludur: “Onu kaybetmeyeceğim. Yapamam.” Mirael hemen dışarda, telefonu kaldırmış, bu çöküşü kaydetmektedir. Gülümsemesi gitmiş, yerini keskin, kurtvari, zafer dolu bir ifadeye bırakmıştır.
Devam edecek...