Bölüm 6
Beth huzursuz, yatakhane koridorunda ışıklar sönmeden hemen önce bir uçtan bir uca volta atıyor. Aklı darmadağın—Sasha’yı ve bir üst eğitmeni bir anlığına görmesi, Riley’nin adının artık dedikodu gibi havada çınlaması, Theo’nun endişeli bakışları. Su sebilinde Theo’yla neredeyse çarpışıyor; kelimeleri yarım bir fısıltıyla dökülüyor ağzından. “Bir tuhaflık var. Sasha… Onu Wilkins’le duydum.” Yüzünde bir anlayış arıyor, bu sırrı tek başına göğsünde tutamayacak kadar ağır hissediyor.
Theo’nun çenesi kasılıyor, normalde yumuşak olan bakışları endişeyle gölgeleniyor. “O dedikoduyla dikkatli ol, Beth,” diyor, ama eli omzunda sessiz bir söz gibi duruyor: Gerçekten ihtiyacı olursa, onu dinleyecek. Yine de sakinliğinin ardında Riley için kaygı kaynıyor—Elias’ın körüklediği bir kaygı, dostlukları akademi sırlarının baskısıyla gerilirken bile.
Koridorun sonunda, Sasha çıplak yatağında oturuyor, bacakları çapraz, elleri titreyerek telefonunun üzerinde. Ekran bomboş. Ne yeni mesaj var, ne özür, sadece saatler önce Lt. Wilkins’ten gelen ve silikleşen “okundu” işareti. Önceki mesajlara geri dönüyor—ezbere bildiği satırlar—birini siliyor, sonra bir başkasını, sanki kelimeleri silmek acısını hafifletecekmiş gibi. Öfkesi parlıyor, soğuk ve keskin. Wilkins’in dudaklarının tadını, verdiği sözleri, gizlice ona sarılışını hatırlıyor; hep daha fazlasını istemiş, kendinden nefret etmiş. Şimdi, Wilkins suskunluğa gömülüp dedikodular yayılırken, bu anı utançla yanıyor içinde.
Loş ışıkta, Sasha dizlerini yere indirip alt çekmeceyi hızla açıyor—yırtık kenarlı, mürekkebi dağılmış satırlarla dolu bir kutu çıkarıyor. Mektupları yere saçıyor, birini yüksek sesle okuyor, sesi titrek: “Bu asla bu odadan çıkmayacak.” Kahkahası keskin; hiçbir şey aslında kalbinden çıkmamıştı ki. Hatta neredeyse herkesin bilmesini, sakladıkları her şeyin yanmasını istiyor. Bir mektubu mum alevine tutarken, kenarları kararıyor, parmaklarına kül bulaşıyor.
Yan odada, Riley dizlerini karnına çekmiş, gözyaşlarıyla savaşıyor. Masasında ağır bir şekilde duran “kişisel davranış değerlendirmesi” çağrısı—her şey ortaya çıkmış, fotoğraflar kampüs forumlarında dolaşıyor, fısıltılar her yerde. Suçluluk içini kemiriyor: Sadece yakalandığı için değil, sırlarının sevdiği insanlara ve uzak duramadığı birine bağlı olduğunu bildiği için. Telefonu titriyor—Elias. “Buluşalım,” yazıyor mesajda, sade ama yüklü.
Merdivenlerden hızla iniyor, kalbi çılgınca atıyor; teselli mi arıyor, yoksa her şeyi riske mi atıyor, emin değil. Alt katta Elias bekliyor, duruşu gergin, yüzü endişe ve yorgunlukla gölgelenmiş. Onu boş hademe dolabına çekiyor, kapı kapanıyor, daracık alanda bedenleri birbirine yapışıyor. Bir an sadece nefes alıyorlar, alınları birbirine değiyor, elleri karanlıkta birbirini arıyor.
Elias’ın sesi kısık, neredeyse yalvarır gibi: “Güvende değiliz.” Parmakları Riley’yi kendine çekiyor. “Seni kaybedemem. Ama bu işten nasıl sağ çıkarız bilmiyorum.” Sabır ipi kopuyor. Dudakları buluşuyor, aç, çaresiz; elleri Riley’nin saçında, sanki bıraksa onu sonsuza dek kaybedecekmiş gibi.
Riley, boğuluyormuş gibi öpüyor onu, gözyaşları Elias’ın nefesiyle karışıyor. “Çok korkuyorum, Elias. Artık saklanmak istemiyorum.” Elias’ın dudakları boynuna kayıyor, Riley ona sarılıyor, sanki dünya altlarından kayıp gidiyor. Bedenleri telaşlı bir aceleyle hareket ediyor—kotlar aşağı çekiliyor, parmaklar ince kumaşın altına kayıyor, sıcaklık ve arzu tüm kuralları siliyor. Elias’ın eli Riley’nin uyluklarında kayarken, diğer başparmağı yanağındaki gözyaşlarını siliyor; sanki ona, daha önce hiç mümkün olmayan bir gelecek vaat ediyor.
Elias yavaşça içine giriyor, gözlerini onunkilerden ayırmıyor. Bir anlığına dünya unutuluyor; sadece titreyen bedenleri ve aynı hızda, aynı delilikte atan kalpleri var. “Seni seviyorum,” diye fısıldıyor. İlk kez söylüyor bunu, Riley ağırlığıyla parçalanıyor, elleri Elias’ın sırtına uçuyor, tırnakları tenini çiziyor, ağlayarak dudaklarına kapanıyorlar—hızlı, acıtan, çıplak bir yakınlıkla.
Bittiğinde, karanlıkta birbirine dolanmış kalıyorlar, Riley’nin yanağı Elias’ın göğsünde. Aralarındaki sessizlik yoğun. Göğsüne baskı yapan şeyin umut mu, korku mu olduğunu ayırt edemiyor.
Üst katta, Sasha çatlamış pencerenin yanında duruyor, geceyi izliyor, yanan mektubun külü avluya savruluyor. Hiç olmadığı kadar boş hissediyor—ama karanlığa bakarken öfkesi yeniden yükseliyor, daha soğuk, daha keskin bir şeye dönüşüyor. Eğer batacaksa, yalnız batmayacak.
Ertesi sabah kampüs diken üstünde uyanıyor. Sasha kahvaltıda beliriyor, gözleri kıpkırmızı, sesi berrak. Riley onu izliyor, havada huzursuz bir ateşkes titreşiyor; Sasha’nın bir sözüyle her şeyin paramparça olabileceğini biliyor.
Theo, Elias’ı talim arasında buluyor. “Sen de boğuluyorken onu kurtaramazsın,” diyor sessizce; hem meydan okuma, hem şefkat var sesinde.
Riley, davranış değerlendirmesi için beklerken dizleri titriyor, telefonu bir kez titriyor. İsimsiz bir mesaj beliriyor: “Sırları olan tek sen değilsin. Hepsi sonunda ortaya çıkar.”
Başını kaldırıyor, odanın karşısında Sasha’nın bakışlarını yakalıyor ve patlamanın henüz yeni başladığını anlıyor.
Devam edecek...