Bölüm 3
Set, uğultulu halojenler ve sürekli hareket eden bedenlerle bulanık; fısıltı halinde verilen talimatların düşük uğultusu havayı gerilimle dolduruyor. Lyriin’in elleri senaryosunda titriyor, parmak kemikleri bembeyaz; en son çekim listesini tararken yüzü, telefonunun yansıyan ışığında yarı aydınlık. Koyu saçlarından birkaç tutam, aceleyle topladığı dağınık topuzdan kurtulup boynuna yapışıyor, stresiyle nemlenmiş. Geniş kot ceketini çekiştirip nefesini yatıştırmaya çalışıyor ama her flaş patladığında nabzı yerinden fırlayacak gibi oluyor.
Emrin, setin öbür ucundan onu fark ediyor—tıraşsız, soluk mavi gömleğinin kolları sıvanmış, dudak kenarlarında endişe çizgileri. Paparazzi sızıntısı aralarında asılı duruyor; tüm ekip, herkesin Lyriin’e bakıp sonra hızla gözlerini kaçırmasını görmezden geliyormuş gibi davranıyor. Emrin’in kamerası omzunda gevşekçe sallanıyor, bir eli cebine gömülü, Lyriin’e doğru ilerlerken bakışları bir an bile sapmıyor.
Lyriin, köşeleri fazla keskin bir gülümsemeyle karşılık vermeye çalışıyor. “Sanırım artık ünlüyüz,” diye mırıldanıyor.
Emrin, dirseğine hafifçe dokunuyor, neredeyse hissedilmeyecek bir dayanak. “Baksınlar. Hiçbir yere gitmiyorum.” Nazikliğinin altında bir sertlik var; ona doğru eğilip alçak sesle konuşuyor, Lyriin’in nefesindeki tarçını, titreyen dudağını yakalıyor. “Sana inanıyorum. Bize. Ne yazarlarsa yazsınlar, ne anlatırlarsa anlatsınlar.”
Lyriin’in gözleri kaçıyor, tutulan gözyaşlarıyla cam gibi parlıyor. “Bunu yapmamalısın,” diye fısıldıyor, hızlıca göz kırpıyor. “Seni de mahvedecekler.” Onu oracıkta öpmek, yok olmak istiyor.
Solmyra, elinde bir dosya, kaosu uzaktan izliyor; kemik beyazı, sert bir takım giymiş, bakışları odayı kesip biçiyor. Adımları kısa, duruşu dimdik, ama bakışları Lyriin’de oyalanıyor—ölçüp biçiyor. Asistanına keskin bir baş hareketiyle işaret edip Lyriin’i kenara çekiyor, notları konuşuyormuş gibi yaparak; sesi cam gibi soğuk. “Burada sana ihtiyacımız var, yalnız,” diyor, sonra Lyriin ile setin geri kalanı arasına perdeyi çekiyor. Yalnızlık, ağır bir yük gibi çöküyor.
Lyriin derin bir nefes alıyor. “Sen mi… sen mi haber verdin onlara?”
Solmyra’nın çenesi kasılıyor. “Sence ben böyle ucuz sabotajlara zaman harcar mıyım?” Kırılgan sakinliğinin altında tehlikeli bir şey parlıyor. “Gerçek tehditlerinin kim olduğunu öğrenmelisin. Herkes onun kadar affedici değil.”
Bakışları bir an fazla uzun kilitleniyor—Lyriin, Solmyra’nın içindeki çatlağı, açlığı ve yalnızlığı görüyor, Solmyra sırtını dikleştirip arkasını dönmeden önce.
Sonra, Emrin Lyriin’i kendi karavanında buluyor; Lyriin yatağın ucunda büzülmüş, kapüşonunu sımsıkı çekmiş. Rimeli gözlerinin altında yıldız kümeleri gibi dağılmış. Emrin önünde diz çöküp başparmağını Lyriin’in bileğinde gezdiriyor, sesi neredeyse bir kalp atışı kadar kısık: “Gel buraya. Bırak, hepsini alayım,” diye fısıldıyor.
Lyriin ona uzanıyor, tırnakları Emrin’in omzunu çiziyor, gülüşü ıslak ve kırık. Emrin alnına, yanaklarına, sonra dudaklarına yavaşça, saygıyla öpücükler konduruyor. Kıyafetler yavaşça soyuluyor—onun ceketi, Emrin’in gömleği—ortaya çıkan ten hassas, muhtaç. Küçük duşun buharı camlara yapışıyor, dünyayı silikleştiriyor. Emrin onu kucağına alıp küvete taşıyor, su sıcak, Lyriin’in bedeni onun kucağında kıvrılıyor. Hareketleri ağır, çaresiz; her dokunuş bir söz, her nefes bir itiraf: “Seni tamamen istiyorum. Saklanmak yok.”
Sessizliğin içinde sevişiyorlar, elleri eski acıların, yeni umutların izlerini buluyor. Sonra, birbirine sarılmış halde, Lyriin mırıldanıyor: “Beni asla bırakma, Em.”
Uykulu, kalp atışları arasında huzur filizlenirken, Emrin saçlarını yanağından sıyırıyor. “Asla.”
Birden dışarıda bir gürültü—Lyriin irkilip doğruluyor. Aceleyle toparlanırken, incecik altın küpesi bankın altına kayıp kayboluyor. Saçmalığa gülüyorlar, birbirlerine daha sıkı sarılıyorlar, kimlerin dinlediğini bilmeden.
Saatler sonra, Solmyra’nın topukları koridorda yankılanıyor, yüzü taş gibi. Camın buğusunu, içerideki siluetlerin silik izini fark ediyor. Yerde bir şey parlıyor—Lyriin’in küpesi. Solmyra eğilip alıyor, parmakları zarif işçiliğin etrafında titriyor. Genelde ifadesiz olan yüzü kapanıyor, duygularıyla hesapları arasında bir savaş başlıyor.
Telefonunu çıkarıyor, nefesi titrek, bir mesaj yazıyor: Zamanı geldi.
Devam edecek...