Bölüm 5
Wild Bloom Inn’deki kahvaltı, neredeyse yenilebilecek kadar yoğun bir gerilimle çıtırdıyordu. Dax, kapı aralığında gölgede durmuş, elleri yumruk olmuştu. Ellira, kruvasanını didikleyip duruyor, bakışları pencerede, yalnızca kendisinin görebildiği bir ufku arıyordu. Vionwyn, tezgâhta otları gereğinden fazla hiddetle doğruyordu; bıçağın ritmi, fırtınadaki tek sabit şeydi. Masanın karşısında Neryth, Ellira’nın gözlerine kilitlenmişti; aralarındaki sessiz soru: Şimdi ne olacak?
Ellira’nın nişanlısı Ashlen, dimdik ve katı oturuyordu; dudakları, asla çözülemeyecek bir çizgiye dönüşmüştü. Sonunda sessizliği bozduğunda, sözleri soğuk demir gibi çınladı: “Bana ne olduğunu anlatacak mısın, yoksa tahmin mi edeyim?” Elmas kol düğmeleri, süzülen güneş ışığında parladı; Ellira’nın seçmesi için yetiştirildiği hayatın keskin bir simgesi.
Dax’in çenesi kasıldı. “Hiçbir şey olmuyor,” dedi, ama yalan, daha ağzından çıkmadan boğulmuştu. Ellira’ya bakmadan edemiyordu—omuzlarının titremesine, boğazındaki nabzın çırpınışına.
Gerçeği, Vionwyn’in kahkahası kesti; sahte havayı bıçak gibi yardı. “İstersen sen de gerçek dünyaya katıl, tatlım,” dedi, gözleri meydan okurcasına parlıyordu. Neryth’in kaşları hafifçe çatıldı—Ellira’yı korumak için mi, yoksa başka bir şey mi?
Ellira, herkesin gözlerinin üzerinde olduğunu hissetti; görünmez bir tas boynunu sıkıyordu: görev, soy, beklenti. Hayatında kimseye gerçekten karşı gelmemişti. Ama kalbi Dax için atıyordu; çalınmış gecelerin, dizginlenemeyen arzunun tadı için. Sesi titredi. “Ashlen, seninle geri dönmeyeceğim. Yapamam.” Bu itiraf, onu derisiz bırakmıştı ama devam etti. “Gerçek bir şey istiyorum. Artık rol yapmayacağım.”
Ashlen’in öfkesi ani ve yakıcıydı. Ayağa fırladı, sesi yükseldi, suçlamalar havada uçuştu, hanın sunduğu sessiz maskeyi paramparça etti. Dax aralarına girdi; korkutmak için değil, onu korumak için, gözleri kendi suçluluğundan doğan bir sahiplenmeyle yanıyordu.
“Sen—” diye tükürdü Ashlen, parmağı havada saplanmış gibi, “—sen sadece bir oyalamadan ibaretsin. Hiç kimse değilsin.”
Dax’in içinde bir şey koptu. Sesini yükseltmedi ama her kelimesi yumruk gibi indi. “O, burada senin yanında olduğundan çok daha canlı.”
Ashlen, Ellira’nın yüzündeki kesinliği görmezden gelemedi. Sandalyeler gıcırdadı, arkasını döndü, gurur ve kalp kırıklığı yüzünde savaşırken. Kapı çarptı. Ardından gelen sessizlik, yer sarsıntısı gibiydi.
Ellira çöktü, gözyaşları yanaklarından süzüldü, tüm bedeni yılların korkusunu boşaltırken sarsıldı. Dax, onu kollarına aldı, diğerlerinin yanından geçirip merdivenlerden yukarı taşıdı—Neryth’in gözlerindeki acıyan bakışı, Vionwyn’in ardından incecik dudaklarıyla izleyişini umursamadan.
Ellira’nın odasında, mum ışığında yalnız kaldıklarında, birbirlerine tereddütsüz teslim oldular. Ellira’nın elleri Dax’in gömleğine kenetlendi, onu kendine çekti, dudakları öfkeyle ve çaresizlikle buluştu. Dax, onu kapıya yasladı, gözyaşları çenesinde titrerken dudakları izlerini sürdü. Hiçbiri konuşmadı—konuşamazlardı; göğüslerindeki sızı, bedenlerindeki yankı buna izin vermiyordu.
Dax, Ellira’nın elbisesini başından sıyırdı; Ellira, onun kemeriyle uğraştı, giysileri ateşli bir aceleyle yere düştü. Dax’in yaraları ışıkta parladı, Ellira her birini öptü, adeta kutsar gibi. Onu kollarına aldı, yatağa çekti; çarşaflar çıplak bacaklarına dolandı, dünya geride eridi.
Birbirlerine sarılırken, sanki boğuluyorlarmış gibi seviştiler; her nefes, her inleme, rahatlama, korku ve umutla ıslaktı. Dax’in elleri, Ellira’nın kıvrımlarında gezindi, ilk ve son kez ezberliyormuş gibi—en yumuşak dokunuşlar, en vahşi ihtiyaçla birleşti. Ellira, Dax’in adını nefesiyle yakaladı, tırnakları sırtında hilaller açtı, Dax içine işlerken önce yavaş, sonra hızlanarak—sanki gelecek sadece bu aceleyle ele geçirilebilirmiş gibi.
Dax’in dudakları her yerdeydi: boğazında, göğüslerinde, aralanmış dudaklarında. Ellira, her itişe kendi çılgın ihtiyacıyla karşılık verdi; bedenleri tek bir varlık gibi hareket etti, haz öylesine yoğundu ki, sonunda gözyaşı ve terle ıslanmış yüzlerle, sessizce ve ağlayarak birbirlerine sarıldılar. Sonunda, birbirine dolanmış halde yattıklarında, Ellira fısıldadı: “Beni asla bırakma.” Dax cevapladı: “Asla. Sen isteyene kadar gitmem.”
Başka bir yerde, hanın buğulu, sessiz özel banyosunda, Vionwyn parmaklarını Neryth’in saçlarından geçirdi, su çıplak tenlerine dokunuyordu. Neryth ona yaslandı, aralarındaki sınırlar her nazik dokunuşta eriyordu. Vionwyn’in elleri Neryth’in uyluklarında, kaburgalarına doğru kaydı, yavaş dairelerle sırlar çekip çıkarıyordu.
Neryth ürperdi, başını Vionwyn’in göğsüne yasladı. “Biri tarafından böyle şımartılmaya alışık değilim,” diye mırıldandı. Sesi kırılmıştı, ama Vionwyn sadece gülümsedi, kulağının altına bir öpücük kondurdu.
“Bırak, izin ver,” diye fısıldadı Vionwyn. Ve öyle yaptı: usta parmaklarla, sabırlı, taparcasına öpücüklerle, Neryth’i doruğa ve ötesine taşıdı; tüm sorular, o sıcağın içinde eriyip gitti.
Sonrasında, havlulara ve ay ışığına sarılı halde, korkular döküldü ortaya—Neryth’in geçmiş ihanetlerden duyduğu suçluluk, Vionwyn’in birine tamamen güvenmekten duyduğu dehşet. Birbirlerine öyle sarıldılar ki, sanki karanlığı uzak tutmak mümkünmüş gibi; kahkahalar ve gözyaşları, parmakları gibi birbirine karıştı.
Aşağıda, Kintar’ın araştırması derinleşiyordu. Koridorda Dax’i kıstırdı, sesi alçak, kelimeleri ağır ve tehditkârdı. “Üç yıl önce burada ne yaptığını biliyorum,” dedi. Dax’ın içi buz kesti, nefesi daraldı, umudu kül oldu.
Daha uzakta, Vionwyn’in telefonu titredi. Bir bakış, göğsüne bıçak gibi saplandı—istismarcısının numarası, uğursuz bir işaret gibi ekranda yanıp sönüyordu.
Yukarıda, Ellira ve Dax birbirine sarılmış yatıyordu; şimdilik güvendelerdi, ama aşağıda yaklaşan fırtınadan habersizlerdi.
Devam edecek...