Bölüm 4
Draeya’nın parmakları mavi ve altın boya lekeleriyle kaplı, bilekleri morarmış ve yara içinde; fırçasını yarım kalmış duvar resminin üzerinde dans ettiriyor, resim spor salonunun duvarında açık bir yara gibi yayılmış. Kot pantolonu bacaklarına yapışmış, boyadan lekeli ve paçaları yıpranmış. Ayakları çıplak, koyu saçları başında dağınık bir topuz, birkaç bukle inatla yüzünün keskin, huzursuz hatlarına düşmüş—elmacık kemikleri bıçak gibi, dudakları alışılmış bir kayıtsızlıkla sıkılmış. Sadece gözleri ele veriyor onu; tetikte, avlanmış gibi, yankılanan salonda çıkan her sese anında dönüyor bakışları.
Kapının yanında oyalanan Sionel’i fark ediyor; elleri cebine gömülmüş, çenesi gergin, yüzünde sahte bir sakinlik. Gömleği buruşuk, kravatı yarım çözülmüş—haftalardır uyumamış gibi görünüyor. Bir an konuşmuyorlar. Sessizlik, havada kıvılcımlar gibi çatırdıyor.
“Duydum, burayı güzelleştiriyormuşsun,” diyor Sionel, sesi yumuşak, bakışlarını Draeya’nın bileğinden kaçırmaya çalışarak. Draeya ince, kırılgan bir kahkaha atıyor. “Ben sadece kimsenin görmek istemediği şeyleri boyuyorum.” Bir adım geri çekiliyor, boyalı ayak parmakları serin zemine gömülüyor. Sionel’in gözleri üzerinde, bir davet arıyor ama Draeya nasıl vereceğini bilmiyor. Telefonu arka cebinde titriyor. Umursamıyor, aralarındaki gerilimin havada asılı kalmasına izin veriyor.
Daha sonra, Elora koridorlarda paniklemiş bir öğrencinin peşinden koşarken nefesi hızlı ve yüzeysel. Saçları parlak bir hale gibi, ama sunduğu gülümseme incecik, kenarlarından çatlamış. Hemşire odasının önünde aniden duruyor, parmak eklemleri kapı pervazında bembeyaz, omuzları titriyor. Yakında Calise var, kolları göğsünde, laboratuvar önlüğü açık, koyu gözleri endişeyle daralmış. Sormuyor—sadece yaklaşıyor, sesi alçak. “Nefes al. Burnundan girsin. Ver.” Calise’in eli bir an havada asılı kalıyor, sonra Elora’nın kürek kemiklerinin arasına sıcak ve sabit bir baskı yapıyor. Elora titriyor, desteğe yaslanmasına izin veriyor kendine.
Bu kez Calise’in sesi yumuşak. “Yalnız değilsin, Vian. Sandığın kadar değil.” Saçları—kısa, bal rengi, dağınık—her yöne fırlamış, dudakları Elora gözyaşlarını silerken yumuşuyor. Elora’nın gözlerinde minnet parlıyor, neredeyse özleme benzeyen bir şeyle karışık. “Teşekkür ederim,” diye fısıldıyor Elora, Calise ise sadece omuz silkiyor, yanakları kızarmış. Bir an, iki kadın kırılgan bir huzurda kalıyor, ikisi de ilk ayrılan olmaya cesaret edemiyor.
Ertesi sabah o huzur paramparça oluyor. Cai, Elora’yı öğretmenler odasında köşeye sıkıştırıyor, varlığı daracık odayı dolduruyor. Göründüğünden uzun, okulun kapüşonlusunun altında ince ama kaslı, gülümsemesi gözlerine hiç ulaşmıyor. “Yine benimle öğle yemeğini mi atlıyorsun?” Bakışı Elora’nın dudaklarına, sonra omzunun üzerinden kapıya kayıyor. Elora’nın yüzü kızarıyor. “B–Ben yapamam. Çok işim var.” Cai yaklaşarak sesini alçaltıyor, neredeyse fısıltı. “Gerçek sebep bu mu? Yoksa o mu?” Sözleri bir meydan okuma, bir tehdit gibi dolanıyor havada. Elora gözlerini kaçırıyor, utanç derisinin altına işliyor.
Sionel, okul çıkışı sanat koridorunda dolaşıyor, kravatı çantasına tıkılmış, Draeya’dan gelen umutsuz bir mesajın peşinde: YARDIM ET. Lütfen. Onu Stüdyo 4’te buluyor; gözleri kıpkırmızı, saçları solgun yüzünün etrafında dağılmış. Draeya, tuvallerini dağınık bir dolaba tıkıyor, elleri titreyerek bir tabloyu diğerlerinin arkasına daha da itiyor. Sionel içeri girip kapıyı kapatıyor. Yakından, bileğinde mor-siyah bir halka görüyor. Sesi yumuşak, alçak. “Bunu kim yaptı?” Draeya’nın dudakları bükülüyor. “Ne fark eder?” Bir an ağlayacak sanıyor Sionel. Ama Draeya arkasını dönüyor, yüzü ifadesiz, kolları zırh gibi göğsünde çapraz. “Biri beni dibe çekmek istiyor. Daha ne kadar yüzebilirim bilmiyorum.”
Sionel elini uzatıyor, parmakları Draeya’nın ön kolunu hafifçe okşuyor—söylenmemiş bir teklif. Draeya irkiliyor, sonra yumuşuyor, dokunuşuna biraz olsun yaslanıyor. “Bana yardım etmemelisin.” Sesi yırtık bir fısıltı. “Seni de mahveder.” Sionel suskun, boğazı düğümlü, gözlerinde suçluluk ve acı savaşıyor.
Gece olunca, okulun koridorları sessizliğe gömülüyor. Ay ışığı ve adrenalin arasında bir yerde, Draeya kendini sanat malzemeleri dolabında bir meslektaşına bastırıyor, havada terebentin kokusu keskin. Sırtı metal raflara sürtünüyor, çıplak bacaklarında boya izleri, eller aceleyle düğme ve fermuarlarla boğuşuyor. Dudakları birbirine çarpıyor—dizginsiz, aç. Draeya’nın parmakları adamın saçına gömülüyor, acıya, unutmaya muhtaç. Dişler boynunu sıyırınca inliyor; bir el ağzını kapatıyor. Her şey telaşlı, dağınık. Bittiğinde, Draeya yere kayıyor, gülüyor—yarı vahşi, yarı paramparça.
Dolabın dışında, Calise boş koridorda bekliyor, başı dolaba yaslanmış, dizleri göğsüne çekili, boğuk sesleri dinliyor ve umursadığı için kendinden nefret ediyor. Çenesi sıkılı, öfke ve özlem karnında düğüm olmuş. Sadece bu kez, birinin ona ihtiyacı olmasını istiyor.
Ertesi sabah, öğretmenler odasında herkes toplanıyor. Telefonlar aynı anda titriyor—tüm okula gönderilmiş toplu bir e-posta. Draeya’nın kanı donuyor, konu satırını okurken: Stüdyo 4. Bazı sanatlar silinemez. Başlar dönüyor, fısıltılar yükseliyor. Draeya, odanın karşısında Sionel’in gözleriyle buluşuyor: korku, utanç ve umutsuz bir umut. Sionel ayağa kalkıyor, ama ona ulaşamadan Draeya’nın telefonu yeni bir mesajla titriyor.
Ne yaptığını gördüm. Her şeyini kaybetmek ister misin?
Devam edecek...