Bölüm 3
Calise, gölgeler içindeki çatı katında tek başına duruyor, demir parmaklıklara yaslanmış; saçı aceleyle tepede toplanmış, siyah bluzu buruşuk, kolları dirseklerine kadar sıvanmış. Karanlığa dönen gökyüzüne bakıyor—göz kalemi dağılmış, çenesi kasılmış—avuçlarında buruşmuş bir nane kutusunu sımsıkı tutuyor. Sionel sonunda yukarı çıktığında nefes nefese, gömleği dışarıda, kravatı gevşemiş, köprücük kemiğindeki pembe izler yakın, çaresiz dokunuşların kanıtı. Duraksıyor, ne yapacağını bilemeden, gözleri Calise’in siluetini izliyor; onu istemenin acısını ve hâlâ içini kemiren korkuyu hatırlıyor.
Calise arkasını dönmüyor, sadece çenesini kaldırıyor. “En son seni beklerdim,” diyor, sesi keskin ama kırılgan. Bir nane alıp dişlerinin arasında ezerek ısırıyor. Sionel biraz yaklaşıyor—arkadaşlıkla başka bir şey arasındaki mesafeyi bulanıklaştıracak kadar. Onun kollarını nasıl kavuşturduğunu izliyor; kendini koruyan, herkesi dışlayan bir duruş. Kendi elleri yanlarında, kararsız, dokunmak ister gibi kasılıyor.
“Seni düşünmeyi hiç bırakmadım,” diyor Sionel, sesi alçak. Calise sertçe gülüyor. “Elora var,” diye patlıyor. Bakışları bir an titriyor, içinde saklamaya çalıştığı bir kırılganlık beliriyor. “Sen hep parlayan kızı istedin, Sionel. O ben değilim.” Yerinde kıpırdıyor, kollarını daha da sıkı sarıyor, neredeyse aradaki mesafeyi kapatmaya onu zorluyor.
Sionel elini uzatıp parmak eklemlerini Calise’inkilere hafifçe dokunduruyor; Calise hızla geri çekiliyor, sonra aniden bileğinden yakalıyor, beklenmedik bir öfkeyle. “Yalan söyleme,” diye fısıldıyor, gözleri telefon ışığı gibi yanıyor. “Yapma. Herkesi sana benzetiyorum. Her şeyi seninle kıyaslıyorum. Ve hep kaybediyorum.” Sesi çatlıyor—çıplak bir sinir açığa çıkıyor.
Sionel’in nefesi kesiliyor, aralarındaki eski çekim kalbini sıkıştırıyor. Yüzünü avuçluyor, başparmağı titriyor, Calise izin veriyor, kirpikleri titriyor. Dudakları o kadar yakın ki, Sionel onun nane tadını hissedebiliyor, nabzının çırpınışını duyabiliyor. Calise tereddüt ediyor, sonra aniden yukarı uzanıp onu öpüyor—aceleci, neredeyse acıtan bir öpücük. Elleri Sionel’in gömleğine kenetleniyor, çekiyor, daha fazlasını istiyor, içeri alınmak için yanıp tutuşuyor. Bir anlığına Sionel de karşılık veriyor, Calise’in ihtiyacının keskin, telaşlı köşelerinde kendini kaybediyor.
Ama bir şey kırılıyor. Sionel donup kalıyor, geri çekiliyor; yüzünde suçluluk ve özlem savaşıyor. “Calise,” diye fısıldıyor, “Yapamam—Elora’yla birlikteyim,” ama Elora’nın adında sesi çatlıyor. Calise geri çekiliyor, gözkapakları kapanıyor, hiç istemediği bir umudun hayal kırıklığıyla. “Yani yine kaçıyorsun,” diyor, her kelimesi bir bıçak gibi. “Yanlış kişiyi sevmekten o kadar korkuyorsun ki, kimseyi sevmemeyi seçiyorsun.”
Sionel irkiliyor. Calise elinin tersiyle ağzını siliyor, öfkesi taşmak üzere. “Git ona, Sionel. Cesurmuş gibi yap.”
Aşağıda, Mayfair’in labirent gibi koridorlarında bir yerde, Elora oyalanıyor; Sionel’le Calise’i çatıda görmenin şokuyla sinirleri paramparça. Hırkasının kollarını yumruklarının arasında büküyor, umudu kıskançlığın acısıyla ekşiyor. Sionel’i spor salonunda buluyor; topların ve kahkahaların yankısı yerini pişmanlığın sessizliğine bırakmış. Onu köşeye sıkıştırıyor, mavi elbisesi vücuduna yapışmış, yanakları kalp kırıklığı ve öfkeyle kızarmış.
“Bana yalan söyledin,” diyor Elora, gözlerinden yaşlar yanıyor. Sionel açıklamaya çalışıyor ama Elora dinlemiyor. “Onu mu istiyorsun?” diye zorluyor, sesi titriyor. Hava ağırlaşıyor, söylenmeyen her şeyle dolu.
“Senin gibi değil,” diye itiraf ediyor Sionel ve Elora kırılıyor—onu duvara itiyor, dudakları birbirine çarpıyor, aç ve perişan bir ihtiyaçla. Sionel de karşılık veriyor, elleri telaşlı, bedenleri birbirine yapışıyor. Kısa süre sonra malzeme dolabında birbirlerine dolanmışlar, hava dar, Elora’nın bacakları Sionel’in beline sarılmış, eteği toplanmış, Sionel’in parmakları kumaşın altına kayıyor. Elora, inlemelerini bastırmak için Sionel’in omzunu ısırıyor, tırnakları sırtında iz bırakırken Sionel içine giriyor—hızlı, düşüncesizce, bedenleri titriyor, kalpleri birbirine çarpıyor.
Bir tıkırtı ikisini de donduruyor, nefesleri birbirine karışıyor, gözlerinde panik büyüyor. Kapı kolu sallanıyor—sonra sessizlik. Aceleyle gülüşerek üst başlarını düzeltmeye çalışıyorlar, adrenalin utancı yakıp geçiyor. Tam bir öğrenci köşeyi dönerken dışarı süzülüyorlar, neredeyse yakalanacakken. Kalpleri hâlâ çarpıyor.
Bir süre sonra Elora’ya bir mesaj geliyor. Telefonunu açarken eli titriyor.
Bir fotoğraf—yukarıdan, grenli. O ve Sionel, dolapta birbirine sarılmış. Altında bir mesaj:
“Günahlar sonsuza dek gizli kalmaz.”
Devam edecek...