Bölüm 2
Calise Arrowyn, bilim laboratuvarında dimdik duruyor; omuzları gergin, çenesi sıkılı. Beyaz gömleğinin kolları dirseğine kadar sıvanmış, ellerine silinmiş tahta kalemi kokusu sinmiş. Floresan ışıklar saçlarını neredeyse maviye çalıyor. Az önce öfkeli bir veliyle baş etmiş, dudakları ince bir çizgiye dönüşmüş, gözleri yorgunluk ve meydan okumanın karışımıyla parlıyor. Cam kapı tık diye kapanıyor; Calise bir anlığına gevşiyor, gardını indiriyor, sonra kollarını kavuşturup o ulaşılmaz, tanıdık sırıtışını takınıyor.
Sionel Vayre onu orada buluyor; Calise tezgaha yaslanmış, çatlamış bir beheri parlatıyormuş gibi parmaklarıyla oynuyor, sanki tartışmayı camı ovup silebilecekmiş gibi. Sionel kapı eşiğinde oyalanıyor; uzun boylu, geniş omuzlu ama gözlerinde yumuşak bir ifade var. Kravatı hafifçe yamulmuş, saçları gün boyu endişeyle ellerini arasından geçirdiği için dağılmış. Calise başını kaldırmıyor.
“Zor bir gün müydü?” diye soruyor Sionel, sesi yumuşak, saklamaya çalıştığı ama başaramadığı bir endişe taşıyor.
Calise alayla homurdanıyor. “Dahi olduğuna inanan annenin çocuğu mu? Yoksa bana hapishane gardiyanı gibi davrandığımı söyleyen mi?” Sonunda ona bakıyor; yeşil gözleri keskin, ama başka bir şey de var orada—belki incinmişlik. “Cevap verme. Zaten biliyorum.”
Sionel aradaki mesafeyi kapatıyor, dikkatli—yavaş, neredeyse saygılı bir şekilde ona yaklaşıyor. Eli omzunun üzerinde asılı kalıyor; saygılı ama aradaki o imkânsız mesafeyi kapatmak ister gibi. “Onları gerçekten iyileştiriyorsun, biliyorsun,” diyor, yüzünde Calise’in asla açmadığı bir kapı arıyor. “Bazı insanlar gerçeğe hazır değil.”
Calise’in gülüşü kırılgan. “Evet, ama gerçek insanı geceleri sıcak tutmuyor.” Beheri bir kenara fırlatıyor, camın çıkardığı ses yankılanıyor. Ona doğru bir adım atıyor, göğsü neredeyse Sionel’e değecek kadar yakın. “Belki de bir kez olsun yalan söylemeliyim.”
O anın yoğunluğunda Sionel’in nefesi kesiliyor. Hava, yılların isteyip de vazgeçtikleriyle, neredeyse olup da hiç olamayanlarla titreşiyor. “Belki,” diye fısıldıyor Sionel, “sadece… kendini açmayı denemelisin.”
Calise’in içinde bir şey kırılıyor. Eli Sionel’in bileğini buluyor, parmakları bembeyaz. Bir anlığına kendini bırakıyor, alnını onun alnına yaslıyor, gözlerini kapatıyor; sanki güven ya da arınma arar gibi. Sionel’in diğer eli beline gidiyor, çekingen, titrek. Düşmek, teslim olmak ne kadar da kolay olurdu.
Ama Calise birden geri çekiliyor, avucunun içiyle gözlerini siliyor, yanakları kızarmış. “Hayır,” diye fısıldıyor, sesi çıplak, kırık. “Yapamam—istemiyorum—” Şimdi titriyor; öfke ve özlem yüzünde birbiriyle savaşıyor.
Sionel onu kendine çekmek, yıllardır söylemeye korktuğu her şeyi dökmek istiyor ama Calise çoktan gitmiş oluyor; ayak sesleri koridorda yankılanıyor. Sionel elleri boş, kalbi ise olabileceklerin yankısıyla çınlayarak kalıyor.
O sırada, yeni resim öğretmeni Draeya Zalen spor salonunda resim yapıyor; saçları dağınık, indigo rengiyle çizgilenmiş, siyah kot pantolonu boya lekeleriyle kaplı. Sağ bileğinde morarmış bir iz var, üst üste takılmış gümüş bileziklerle yarı gizlenmiş. Hareketleri telaşlı ama zarif; duvara mavi boyalar savuruyor, dudakları sıkılmış, çenesi kasılmış, gözleri hayaletlerle dolu.
Nefeslenirken Draeya telefonunu kontrol ediyor, okunmamış mesajlar arasında endişeyle parmaklarını gezdiriyor. Cihaz titriyor, o da gölgelerin içine çekiliyor, sesi buz gibi soğuk: “Hayır. Ben halledeceğim dedim.” Parmakları titriyor, bir anlığına maskesi düşüyor—cesaretinin altında korku parlıyor.
Biraz sonra Elora Vian spor salonunun önünden süzülüp geçiyor; uzun kestane rengi saçları gevşek bir örgüyle toplanmış, limon sarısı bluzu omuzlarını sarıyor. Yürüyüşünde bir hafiflik var ama bakışları huzursuz, arayışta. Koridorun karşısında Sionel’le göz göze geliyor; Sionel bakışını gereğinden uzun tutuyor, aralarında söylenmemiş bir acı geçiyor. Elora ise zoraki bir gülümsemeyle bakışını kaçırıp, onun yerine spor hocası Cai Andar’a yöneliyor.
Cai, tribünlere yaslanmış; atletik, altın zinciri ışıldıyor, Elora flört ederken sırıtıyor. Elora biraz fazla yüksek sesle gülüyor, eli Cai’in koluna dokunuyor—ama gözleri onun gözlerine hiç tam bakmıyor, gülümsemesi kırılgan. Bu bir oyun; dün gece Sionel’le karışık çarşaflar ve fısıldanan itirafların ardından bilinçaltında kendine ceza. İçten içe suçluluk kemiriyor onu; Cai yaklaşırken kalbi heyecandan değil, kendinden tiksinmekten hızlanıyor.
Daha sonra, Sionel ve Elora kendilerini boş bir salonda buluyor; koltuklar kadife gölgelerle uzanıyor. Elora yanına otururken nefesi kesiliyor, dizleri birbirine çarpıyor, paltoları değiyor, parmakları kucağında birbirine dolanıp çözülüyor. Sessizlik ağırlaşıyor. Sionel başparmağıyla Elora’nın yanağını okşuyor, Elora ona eriyor; dudakları açlık ve aceleyle buluşuyor. Elora kucağına tırmanıyor, kolları Sionel’in boynuna dolanıyor, Sionel’in elleri bluzunun altına kayıyor. Her hareketleri çaresizce; hem özgürleşme hem de kendini cezalandırma. Vücutları birbirine sürtünüyor, kıyafetler dağılmış, arzu her şeyi bastırıyor.
Birden okulun anons sistemi çığlık gibi patlıyor. Elora bir çığlık atıp Sionel’in kucağından düşüyor. Kahkahaları nefessiz, çılgın; gerçekliğe tutunan son bir ip gibi. Apar topar üstlerini düzeltiyorlar, son bir umursamaz öpücük paylaşıp yan kapıdan fırlıyorlar; arkalarında özlemlerinin hayaletleriyle.
Gece inerken, Draeya yalnız kalıyor, telefonuna bakıyor. Kilitli ekranda yeni bir mesaj parlıyor: İzleniyorsun. Geçen seferi unutma.
Devam edecek...