Bölüm 8
Sylith sessizliğin içinde duruyor; üniformasından sıyrılmış, ceketi bir kolunun üstüne atılmış, saçları sıkı topuzdan kurtulmuş, birkaç tutamı keskin elmacık kemiklerinin üzerinden düşüyor. Duruşu gergin, ama uykusuzluktan kızarmış gözleri boşalan balo salonunu tarıyor—hayranlıkla karışık bir korkuyla. İlk kez, saklanacak bir yeri yok, verecek emri yok; sadece göğsündeki titreme ve ihtimalin keskin sızısı var. Telefonu titriyor, Leor’dan bir mesaj: temkinli ama umutlu. “Daha ilk gün, şimdiden özlendin.” Sylith, belki de ilk defa, kendine gülümsemesine izin veriyor—kırılgan ama gerçek bir gülümseme, dudakları hafifçe kıvrılıyor kapıya bakarken—şimdi ardına kadar açık, dünya belirsiz.
Leor, rehabilitasyon merkezinin dışında bekliyor; yağmur saçlarını alnına yapıştırmış, buruşuk ceketi omzunda. Sinirinden kendi kendine gülerek volta atıyor, ta ki Sylith belirene kadar—beklenmedik, tereddütlü. Sylith önünde duruyor, elleri ceplerinde, mavi gözleri Leor’un gözlerinde arayışta. “Kravatın güzelmiş,” diyor, Leor burnundan gülüyor, yanakları kızarıyor. Omuz silkip kollarıyla oynuyor. “Özgürlüğün de öyle.” Kahkahaları titrek, kaybettikleri her şeyin izini taşıyor. Sylith bir adım yaklaşıyor, elini uzatıyor, Leor tutuyor. Bir anlığına, sadece orada duruyorlar—hayatta kalmış iki insan, tutunarak, beceriksiz ama canlı.
Maelis, güneş ışığıyla dolan otel odasında, beyaz çarşaflara dolanmış halde yatakta uzanıyor; kızıl saçları yastıklara dağılmış. Dudaklarını ısırıyor, gözlerinde belirsizlik parlıyor, Renn pencerenin önünde volta atarken onu izliyor. Renn, üstü çıplak, teni camdan süzülen şafakla bronzlaşmış; artık görev yüküyle ezilmiş adamdan çok, yeni birine benziyor—hala hayaletleriyle, ama daha açık, daha umutlu. Yüzündeki her çizgi, Maelis’e dönerken yumuşuyor; acısı, bir anlığına özlemle gölgeleniyor.
Yatağın kenarına oturuyor, ona uzanıyor; eli titriyor, sonra Maelis’in çenesine yerleşiyor, başparmağı yanağında geziniyor. Maelis, dokunuşunda gözlerini kapatıyor, nefesi tutuluyor—dünkü aceleci açlıktan daha yumuşak, daha özenli, neredeyse kutsal bir yakınlık. “Başardık,” diye fısıldıyor Maelis, sesi kısık ve ham. Renn titrek bir kahkaha atıyor, kirpiklerinde yaşlar parlıyor, Maelis’i yavaşça, derin bir öpücükle öpüyor, alnını onun alnına yaslıyor.
Renn onu altına çekiyor, bedenleri birbirine dolanıyor, tenleri temas ediyor. Renn, Maelis’in tenine sözler fısıldıyor; Maelis’in kahkahası Renn’in omzunda boğuluyor, kollarını ona dolarken, bu yeni kalp atışının gerçekliğine tutunuyor. Sevişmeleri nazik, uzun soluklu—gecenin çaresizliği yerini parlayan, iç burkan bir yakınlığa bırakıyor. Maelis, Renn’in omzundaki yara izini parmaklarıyla takip ediyor, onu dokunarak öğreniyor; Renn’in elleri de Maelis’i ezberliyor, her çilini, her titremesini.
Sonrasında, Renn başparmağını Maelis’in köprücük kemiğinde gezdiriyor, bakışları sabit. “Korkuyorum,” diyor. Maelis, parmak eklemleriyle Renn’in yanağına dokunuyor. “Ben de,” diye karşılık veriyor, sesi titrek ama kararlı. Çatlak pencereden dışarıda şehir yeniden canlanıyor; içeride, sadece birbirlerinin nefesini dinliyorlar.
Seria, bitişik odada oyalanıyor, elinde açık ama okunmamış bir kitap. Annesinin kahkahasını duyuyor—yabancı ama gerçek. Göğsünde bir sevinç kabarıyor; neredeyse kutsal bir his, kaostan inşa edilmiş bu küçük güven adası. Komodinin üstünde Renn’in gelişigüzel bırakılmış mızıkasını fark ediyor. Eline alıp metalini okşuyor, gülümsüyor—saklı bir sır, verilmiş bir söz gibi.
Biraz sonra, aile kahvaltı için bir araya geliyor—Maelis, ödünç alınmış keten bir gömlekle, saçı dağınık ve ışıl ışıl; Renn, kot pantolonuyla, gerginliği silinmiş. Seria masaya koşup ikisine birden sarılıyor, kolları sıkı ve vazgeçmez. Maelis, kızını kucağına alıyor, şakağına bir öpücük konduruyor, yanağından bir damla yaş süzülüyor. Renn’in eli, masanın altında Maelis’in elini buluyor, parmakları birbirine kenetleniyor, bırakmıyorlar.
Kahvaltı boyunca hiçbir garanti yok—sadece yaralar, kahkahalar ve kırılgan bir huzur. Alt katta, Sylith Leor’u bekliyor, göğsünde hafif bir umut kıpırtısı. Gün yeni başlıyor, yaralar taze, ama her şeyin altında canlı bir şey uğulduyor: ihtimal.
Fırtınadan sonraki sessizlikte, balo salonu bomboş, yumuşak altın ışığa bürünmüş. Kalp kırıklığının ve vaatlerin hayaletleri hâlâ orada—kadife üstünde gölgeler, silinmeyen bir özlemin izleri.