Bölüm 2
Maelis, iki orkide sütununun arasında süzülüyor; siyah, sırtı açık tulumu gece yeşili yapraklarla serpiştirilmiş, uzun ve sert bir siluet. Saçları—önce düğümlenmiş, sonra telaşlı ellerle çözülmüş—çenesinin gergin kıvrımına dokunuyor, o tel gibi dalın arasından tel geçirirken kaşları çatık. Her hareketi keskin, neredeyse öfkeli; dünyaya “yaklaşma” diyen bir uyarı. Ama gözleri onu ele veriyor—her geçen garsona kayıyor bakışları, hesapçı, endişeli.
Renn, lacivert üniforma gömleğiyle, bir mermer sütuna yaslanmış; başparmağıyla gitar penası şeklindeki anahtarlığın nasırlı kenarını dalgınca okşuyor. Yorgunluk gölgeleri bakışını morartmış, Maelis’i uzaktan izliyor; aradaki mesafeyi kapatmak istiyor ama temkinin içinde kaybolmuş. Saatine bakıyor—yine. Bu gece, ilk defa, kırılgan geliyor; sanki duvarlardaki mumlarda bir terslik çıtırdıyor.
Leor, kalabalığın arasında zahmetsiz bir cazibeyle süzülüyor; ceketinin kolları sıvanmış, ketenin altındaki dövmelere göz kırpıyor. Tepsiden şampanya kadehlerini bir şaka ve göz kırpmayla kapıyor, ardından kolay bir kahkaha bırakıyor. Ama bakışı Maelis’e kayınca, dudaklarında endişeli bir kıvrım beliriyor. Yanına sokulup sesini alçaltıyor: “Ne zamandan beri bir orman sinirlenir?” Maelis ona yan bakıyor, dudakları istemsiz bir sırıtışa bürünüyor. Bir anlığına, gardı düşüyor.
Sylith, balo salonunun kenarında nöbetçi gibi duruyor—mürekkep gibi siyah, kusursuz bir takım elbise, dimdik bir duruş, koyu saçlarının altından serin bakışlar. Kalabalığı avcı bir dikkatle süzüyor, dudakları neredeyse aralanmamış. Telsizinden güvenlik konuşmaları cızırdıyor—“Yetkisiz bir çocuk, batı koridoru”—parmakları telsizi sıkıyor, çenesi kasılıyor, nabzı hızlanıyor. Ama bakışı Maelis’te takılı kalıyor; şüpheyle birlikte, daha yumuşak bir şey de var içinde.
Maelis, Leor’u omzundan atıp çıkıyor; adımları hızlı ve gergin. Loş bir koridorda telefonunu kontrol ediyor—bakıcıdan üç cevapsız mesaj. Panik yükseliyor ama kendini zorla sakinleştiriyor, bir depo nişine dalıyor. Renn onu orada yakalıyor; nefesi hızlı, varlığı daracık alanı dolduruyor. Göz göze geliyorlar. Bir an, ikisi de kımıldamıyor.
“Burada olmamalıyım,” diyor Maelis, sesi titrek, neredeyse kırılacak gibi.
Renn yüzünü inceliyor; kirpiklerindeki titremeyi, alt dudağındaki pembe parıltıyı okuyor. “Korkmana hakkın var,” diye fısıldıyor, sesi boğuk. Eli Maelis’in dirseğini buluyor, onu yere bağlıyor adeta. Aralarında bir elektrik akıyor—onun dudaklarından gözünü alamıyor, Maelis ise nefes alamıyor sanki.
Bir yerlerde ayak sesleri yaklaşıyor. “Yapamayız—” diye fısıldıyor Maelis, gözlerinde panik ve arzu savaşıyor. Ama aniden, Renn’in yakasını tutup onu titrek, nefessiz bir öpücüğe çekiyor. Renn’in elleri beline sarılıyor, onu kendine bastırıyor. Maelis’in tırnakları kumaşı deliyor; çaresizlik, açlık ve aylarca birikmiş yalnızlık bir anda patlıyor.
Renn yağmur ve tehlikeli bir şey gibi kokuyor—Maelis, ona dokunmazsa parçalanacak gibi hissediyor, bu yüzden kendini bırakıyor. Dudakları tekrar tekrar buluşuyor, çalınmış bir alanda ateş yükseliyor. İlk önce Renn kopuyor, göğsü inip kalkıyor, dudakları şişmiş. “Maelis...” Ama konuşamadan, Maelis’in eli kemerinde, aceleyle titriyor. Renn de karşılık veriyor—dudakları Maelis’in boynunda, elleri ipeğin altında—ikisi de vahşi, telaşlı, akılları başlarından gitmiş.
Kıyafetler yarı çıkmış, kalçaları birbirine bastırılmış, Maelis’in bacağı Renn’e dolanmış. Depo odası serin ama tenleri yanıyor. Maelis’in başı geriye düşüyor, Renn’in dudakları arıyor, inlemeleri birbirlerinin boğazında boğuluyor. Bir anlığına, Maelis kendine inanıyor—belki de istenmek böyle bir şeydir. Renn, adını bir dua gibi, lanet gibi dişlerinin arasından çıkarıyor. Maelis onu daha da yakına çekiyor.
Ama sonra—ani, acil bir vurma sesi. “Sağlık ekibi lazım—ana kat! Hemen!” Renn’in kemerindeki telsiz cızırdıyor, büyü bozuluyor. Renn donup kalıyor, yüzüne suçluluk yayılıyor. Maelis arkasını dönüyor, yumruğu sızlayan dudaklarına bastırılmış, bedeni yarım kalmış bir boşalmayla titriyor.
Renn gömleğini aceleyle düzeltmeye çalışıyor, Maelis’in dokunuşunun yankısı ellerini titretiyor. “Üzgünüm—gitmem gerek—” Gözlerine bakamıyor, utanç ve özlem arasında sıkışmış.
Maelis onun gidişini izliyor, kalbi göğsünde çarpıyor, rimeli akmaya hazır. Açık kapıdan süzülen dar ışıkta, Sylith duruyor; ifadesi okunmaz, gölgesi koridora uzanıyor. Göz göze geliyorlar—garip, karanlık, aç bir bakış; sonra kayboluyor. Maelis dişlerinin arasından küfrediyor, nabzı hâlâ tehlikenin tadıyla atıyor.
Balo salonuna döndüğünde, Leor Maelis’in yanağından bir gözyaşı silmesini izliyor. Gülümsemesi sönüyor, gözlerinde gizli bir ihanet filizleniyor. Kimse Sylith’in ekibine gizli bir tarama işareti verdiğini fark etmiyor belki, ama havadaki gerilim yoğunlaşıyor. Maelis titrek bir nefes alıyor, duvarların üstüne üstüne geldiğini acı bir şekilde hissediyor.
Üst kattaki balkondan, Arkyn Lysander her şeyi izliyor; gülümsemesi, nezaketten çok uzak. Bir yerlerde, Seria’nın kahkahası yankılanıyor—fazla yakın.
Devam edecek...