Logo
TR
Loading...

Bölüm 7

Talia, kulübenin mutfağının tam ortasında duruyor; kollarını sımsıkı kendine sarmış, gözyaşlarına direnmekten çenesi kasılmış. Üzerindeki sweatshirt iyice genişlemiş, kolları yumruklarının üstüne çekilmiş, saçları uykusuzluktan ve soğuktan darmadağın. Riev kapının önünde duruyor, karanlık gözleri kısılmış, çenesi kilitli; sanki onu kaçmaktan—ya da kendisinden—koruyormuş gibi. Sesi gergin, her kelimesi keskin. “Ona ilk veda eden sen olmamalıydın.” Boğazında kırılgan bir kahkaha takılıp kalıyor ama duruşunda bir yalvarış var, omuzları öne eğilmiş. “Sen hep özürden önce çıkışı seçiyorsun.”

Talia’nın yüzü kızarıyor, dudakları titriyor, gözlerini ondan ayırmadan bakıyor. “Bize başka şans bırakmadın,” diye boğuk bir sesle çıkarıyor kelimeleri, gözlerini sıkıca kırpıyor. Bir anlık duraksama—nefessiz, sessiz bir an—her şey öfke ile özlem arasında asılı kalıyor. Riev bir adım yaklaşıyor, parmakları yanında kıpırdıyor, sanki ona dokunmamak için kendini zor tutuyor; Talia, geçen gecenin kaosundan kalan ter ve viski kokusunu duyabiliyor.

Bir damla yaş, yanağından süzülüp iniyor. Riev sendeleyip duruyor, gösterdiği cesaretin arkasında bir an acı beliriyor. Kabuğu çatlatıyor. “Sana asla zarar vermek istemedim. Sadece—” İtiraf, aralarındaki havada asılı kalıyor. Talia aradaki mesafeyi kapatıyor, elleri titreyerek gömleğini yakalıyor, kumaşı çaresizce büküyor. “O zaman yapma,” diye fısıldıyor, dudakları öyle yakın ki, kelimeleri Riev’in dudaklarında hissediliyor.

Riev onu öpüyor; vahşi ve aç bir öpüş, pişmanlık ve özrün her zerresi dudaklarının acımasız baskısında. Talia aynı şiddetle karşılık veriyor, tırnakları Riev’in sırtına gömülüyor, sanki fırtınasında kendine bir dayanak arıyor. Gözyaşları yanaklarını ıslatıyor ama dudakları ateş, bedeni ona yaslanmış, kalçaları öne kıvrılıyor; sanki sadece dokunuşla dünyayı yeniden yaratabilirmiş gibi.

Birbirlerine dolanmış halde eski kanepeye doğru sendeleyerek ilerliyorlar, gömlekler başlarından geçip yere düşüyor, soğuktan ve kalp kırıklığından morarmış tenleri ortaya çıkıyor. Talia’nın sütyeni bir çırpıda açılıp atılıyor, pamuk ve dantel bir kenara fırlıyor, Riev’in elleri onun kaburgalarını izliyor, nefesinin titrekliğini ezberliyor. Talia ona doğru kıvrılıyor, adını hırıltılı bir sesle fısıldıyor, sesi yıpranmış. Riev dudaklarıyla onun yaralarını öpüyor, her öpücük sessiz bir af dileği. Talia onu telaşlı parmaklarla soyuyor, dokunuşu hem kutsal hem acı dolu; hem özür, hem sahiplenme.

Riev ona yavaşça, hassas ve acı dolu bir şekilde giriyor; bedenleri çaresiz bir ritimde birbirine çarpıyor. Talia, Riev’in boynuna ağlıyor, Riev’in gözleri sımsıkı kapalı, onu içine çekiyor, sanki kurtuluşuymuş gibi. Her hamle söylenmemiş bir söz, her bastırılmış çığlık hem bir kırılma hem bir onarım. Sonunda, birbirlerine dolanmış ve titreyerek bitkin düştüklerinde, Talia elini Riev’in yanağına sürüyor, başparmağıyla bir damla yaşı siliyor. “Seni affetmek istiyorum,” diye fısıldıyor, sesi kararsız ama bedeni ona sarılmış, sanki karar çoktan verilmiş gibi.

Ama şafak nazik değil. Ön kapı gıcırdıyor—Zeira, aceleyle flanel pijamasının üstüne bir mont geçirmiş, elinde eski bir spor çantayla dışarı süzülüyor. Saçları şapkanın altına tıkılmış, dudakları sıkılmış, çenesi yaralı bir kararlılıkla kasılmış. Fyren, merdiven başında bir siluet; sakalı keskin, gözleri hayalet gibi, kolları yanlarında gergin, gerçeği kavradığı anda donup kalıyor. Ardından fırlıyor, botları yere vuruyor, sabahın kırılgan havasında Zeira’nın adını haykırıyor. Sesi öyle acı ki, Fyren’in içinde bir şey çatlıyor. Zeira’yı çamların kenarında, omzundan yakalıyor, nefes nefese, elleri titriyor. “Lütfen—gitme. Şimdi değil. Ben—” Sözleri yarım kalıyor. Zeira dönüyor, gözleri hem suçlayıcı hem özlem dolu parlıyor. “Senin pişmanlığın olmayacağım,” diye patlıyor, göğsü inip kalkıyor. Fyren yüzünü avuçluyor, parmakları nazik ama çaresiz. “Değilsin. Doğru yapmak istediğim tek şey sensin.” Zeira kırılıyor, Fyren’in kollarına gömülüyor, hıçkırıkları omzunda boğulurken kar üzerlerine düşüp eriyor.

İçeride, Elcor yarı toplanmış bir çantayla pencerenin önünde duruyor, yüzü solgun, dudakları kırılgan bir çizgiye bürünmüş. Talia, saçı dağılmış, gömleği yamuk, Elcor gitmeden önce onu buluyor. Elini yakalıyor, bırakmıyor; gözyaşları taze ama sesi kararlı. “Üzgünüm,” diyor. “Seni sevemem ama seni asla unutmayacağım.” Elcor gülümsüyor—hüzünlü, yorgun—ve Talia’yı sımsıkı sarıyor, bedenleri birbirine yaslanıyor; bu veda, tamamen affedişten, hiç pişmanlıktan ibaret değil.

Güneş yükselirken, Fyren ve Zeira el ele, ağaçların arasından birlikte çıkıyorlar, gözleri birbirinde cesaret arıyor. Riev, gömleği yarım ilikli, verandada izliyor onları, yanında Talia. Beşi de dağılmış, değişmiş—ipler yıpranmış ama kopmamış.

Ve sonra, buzları çözen sessizliği bir çığlık yarıyor—gölün kenarından gelen, tek bir ilkel haykırış—Zeira’nın korku dolu sesi, buzun üstünde yankılanıyor.

Devam edecek...

Thawlines

88%