Bölüm 1
Riev arabadan indi; omuzları siyah yün paltosunun altında büzülmüş, keskin çenesi sakalla gölgelenmiş, bir gözünün altındaki eski morluk hâlâ tenini renklendiriyordu. Soğuk havayı ciğerlerine çekerken nefesi yakıcıydı; gözleriyle kulübeye baktı—yıpranmış ahşap, alçak bir çatı, verandanın etrafında biriken kar. Yarıya kadar içilmiş sigarasını avucuna sinirle vurdu, bakışları yana kaydı; o sırada Elcor ortaya çıktı, kahkahası yüksek ve parlak, geniş göğsüne çapraz asılmış kamera çantası, sarı örgü beresi başında hafifçe yana kaymış. Çizmelerinin ve kat kat giysilerin içinde bile Elcor’un duruşunda, birilerine kendini kanıtlama telaşıyla dolu huzursuz bir enerji vardı.
Talia basamakları ikişer üçer çıktı; mor beresinden kaçan koyu bukleleri omzuna dökülüyor, yanakları kışın soğuğunda pembeleşmişti. Şişme montunun fermuarıyla uğraşırken parmaklarındaki gümüş yüzükler parladı; gözleri, bir hafta sonunun her şeyi düzeltebileceğine hâlâ inanan birinin saflığıyla kocamandı. Bakışları Elcor’dan Riev’e kaydı—Riev’in dudaklarında bir an fazladan oyalanıp kendini zorla başka yöne çevirdi. Riev, Talia’nın bakışını fiziksel bir dokunuş gibi hissetti; yüzünde beliren alaycı sırıtış, içindeki gerginliği zar zor gizliyordu.
İçeride hava odun dumanı ve hafif çam kokusuyla doluydu. Riev çantasını yıpranmış kanepeye fırlattı, yanına yığıldı, bacaklarını uzattı. Elcor, “yaratıcı sinerji” hakkında zorlama şakalar yaparak ortamı yumuşatmaya çalışırken Riev gözlerini devirdi, Elcor’un parmakları kamera askısıyla oynuyordu. Talia, şöminenin önüne ilişti, dizlerini birbirine bastırmış, dudaklarının arasından hafifçe mırıldanıyordu. Elcor’un çabalarına gereğinden fazla yüksek sesle güldü ama bir yandan da Riev’e yan gözle bakmaya devam etti; dudakları aralanıyor, sanki doğru kelimeyi arıyordu.
Elcor ille de birlikte akşam yemeği isteyince—birbirinden farklı kupalarda çorba, titrek mum ışığında huzursuz yüzlere düşen gölgeler—sohbet yavaş yavaş sanatsal hırslara kaydı. Riev, çenesini geriye atıp, “affetme takıntılı fotoğrafçılar” diye laf soktu, gözlerini Elcor’dan ayırmadan. Elcor bir an kasıldı—kaşığına öyle bir asıldı ki parmakları bembeyaz kesildi—ama gözlerine ulaşmayan bir gülümsemeyle karşılık verdi. Talia izliyordu, kalbi küt küt atıyordu. Riev’in bardağını doldurmak için uzandı, parmakları Riev’inkilere değdi, sıcak ve uzun bir dokunuştu. Riev onun bakışını yakaladı, ukala maskesi bir anlığına düştü, boğazında atan bir nabız gibi kırılganlık belirdi.
Sonra, Talia Riev’i donmuş iskelede buldu; dünya sessizliğe gömülmüş, sadece nefesleri soğukta buhar olup yükseliyordu. Riev omuzlarını büzüp onu fark etmemiş gibi yaptı ama elleri titreyerek bir sigara daha yakmaya çalışıyordu. Talia yanına sokuldu, sesi yumuşaktı: “Yazıların sanki hiçbir şeyden korkmuyormuşsun gibi.” Riev’in dudakları büküldü—yarı alay, yarı itiraf. “Her şeyden korkuyorum.” Talia koluna dokundu, gözleri parlıyordu, dokunuşu nazik ve bilinçliydi. Riev döndü, yüzü ay ışığında aydınlandı ve aralarında savunmasız, ham bir acı—söylenmemiş bir şey—geçip gitti.
Talia hafifçe, parlak bir şekilde güldü. “Dünyayı görüşünü seviyorum.” Eli Riev’in omzunda kaldı. Riev gözlerini kapadı, anı aralarında asılı bıraktı; her siniri açıkta, her kelime söylenmemiş ama özlemle dolu.
Kulübenin içinde Elcor, pencereden izliyordu; kupasını öyle sıkmıştı ki parmakları bembeyazdı. Yüzündeki kıskançlık keskin ve saklanamazdı, tüm o kolay iyimserliğini kırılgan bir şeye dönüştürüyordu.
Riev gözlerini açtı, nefesi düzensiz, kalbi kulaklarında atıyordu. Talia’nın eli kolundan aşağı kaydı, sonra geri çekildi; dudağını ısırdı, yanakları soğukta kıpkırmızıydı. Aralarındaki hava elektrik yüklüydü, tehlikeli. Riev’in dudakları aralandı—içinde saklayamadığı bir özlem yükseliyordu.
İlk sert kar yağmaya başladı, aralarına süzülen taneler sınırları bulanıklaştırıyor, hiçbir şeyin uzun süre gizli kalmayacağını fısıldıyordu.
İskeleyi çevreleyen ağaçların arasından Fyren izliyordu—sessiz, görünmez—gözleri gölgede, göğsünde sıkı sıkı sakladığı sırlarla.
Devam edecek...