Bölüm 1
Zevan, konferans masasının kenarına yaslanmıştı; saçları dağınık, gömleğinin kolları dirseğine kadar sıvanmış, dövmelerinin bir kısmı göz kırpıyordu. Yüzündeki alaycı gülümseme, Caelix’e attığı her lafı vurguluyordu. Caelix ise siyah, kusursuz takım elbisesiyle sakin ve şık bir şekilde yaslanmıştı; kravatı biraz fazla sıkı, kimseyi kandıramayacak kadar. Sunum slaytlarını hazırlarken aralarında laf atışmaları dönüyordu—ama şakaların altında Zevan’ın dizi titriyordu; dışarıdan özgüvenli görünse de, Caelix onu köşeye sıkıştırdığında kalbi hep bir anlığına duraksıyordu. Caelix’in soğukkanlı bakışlarında keskin bir şey parlıyordu; o bakış, sadece başkaları görmediğinde yumuşuyordu.
Cam kapılar kararlı bir itişle açıldı ve Rysa içeri girdi; omuzları vintage kobalt bir ceketle dik, gözleri alev alev, siyah bukleleri özgür ve asi. Bakışları anında Zevan’a, sonra Caelix’e kilitlendi; daha konuşmadan dudaklarında meydan okuma okunuyordu. “Burası sihrin olduğu yer mi, yoksa sadece gösteri mi?” Sesi, havadaki tüm gösterişi kesip attı; Zevan’ın karnında bir heyecan kıvılcımı çaktı. Bir anlığına, dünya üç kişinin tuttuğu nefese daraldı.
Caelix kollarını kavuşturdu, sesi alçak ve pürüzsüz bir tınıya büründü. “Kim izliyor, ona bağlı,” dedi, gözleri Rysa’nın dudaklarında bir an fazlaca oyalanarak. Zevan’ın kahkahası boğazında kaldı; Rysa, ikisinin arasındaki sandalyeye otururken, parfümünün narenciye kokusu Zevan’ın göğsünde yeni bir heyecan dalgası başlattı. Zevan bir espri denedi, ama Rysa daha keskin bir zeka ile karşılık verdi—gülümsemesi bir meydan okumaydı, bakışları onu çoktan soyuyordu. Kumandayı elden ele geçirirken elleri istemeden birbirine dokundu; o sıcaklık Zevan’ın teninde, her tesadüfi teması hatırlattı.
Toplantı, Luminex’in yönetim kurulunu hem büyülemiş hem de ikiye bölmüş halde sona erdi. Rysa’nın rakamları mükemmeldi, savunmaları acımasızca güçlüydü; ama yirmi dakikada neredeyse kendine hayran bıraktığı kadar düşman da edinmişti. Kapı kapanırken, Rysa’nın maskesi bir anlığına düştü—çenesi kasıldı, parmakları yanında hafifçe titredi. Zevan neredeyse ona uzanacaktı, ama Rysa ceketini düzeltti, kirpiklerini indirip asansöre kayboldu; yüzü okunmazdı.
Gece yarısı şehrin pencerelerinden sızarken, Zevan kravatını atmış, gömleğinin yakasını açmış halde çatı barına çıkan merdivenleri tırmandı. Rysa’yı yalnız, korkulu ama meydan okuyan bir duruşla korkuluğun yanında buldu; saçları neon ışıkta bir hale gibi parlıyordu. Dönmedi, ama sesi netti: “Her zaman günbatımını mı kovalarsın, yoksa sadece bir şeylerden kaçarken mi?”
Zevan yanına yaklaştı, omuzları hafifçe birbirine değdi; artık gülüşü kalmamıştı. “Belki de sadece, günbatımında en güzel duran kimse, onu takip ediyorumdur.” Sesi, düşündüğünden daha yumuşaktı. Rysa ona döndü, gözleri yarı karanlıkta cam gibi parlıyordu. Gardı bir tül gibi—Zevan’ın aralamak için can attığı bir perde.
Konuşmaya başladılar, kelimeler itirafa dönüştü. Rysa, bardağının kenarıyla oynuyordu; tırnakları, keskin takımına rağmen, kırık ve ısırılmıştı. Zevan her tedirgin hareketini izledi, saklamaya çalıştığı yerlerde kendini buldu. Rysa ona, neden hep yollarda olduğunu sordu; Zevan özgür olduğunu söyledi, ama yalan söylediğini ikisi de biliyordu. Rysa’nın gülümsemesinin köşesine takılan hüznü fark etti.
Sonra, bir anlık cesaretle, Rysa ona yaklaştı—parmağı Zevan’ın yakasına dolandı, dudakları onun dudaklarına çarptı. Öpücük, düşüncesiz ve açgözlüydü. Zevan’ın elleri Rysa’nın belini kavradı, sanki dokunuşuyla ikisini de hayata bağlayacakmış gibi sımsıkı tuttu. Şehir aşağıda ışıldıyordu, ama Zevan için tek gerçek, Rysa’nın nefesinin sıcaklığı, sırtının kıvrımı, onu soğuk metal korkuluğa yasladığında titremesiydi. Parfümü—keskin, vahşi, canlı—Zevan’ı tamamen içine çekti. Ayrıldıklarında, nefes nefeseydiler, alınları birbirine yaslanmıştı; ikisi de bunun bir hata olduğunu söylemeye korkuyordu. Zevan onu istiyordu, ona ihtiyacı vardı, ama bu arzu öyle şiddetliydi ki, titremesine engel olamıyordu.
Aşağıda, kimse görmeden, Theron asansörün yanında durdu; kucağında bir tomar dosya, gözlerinde utangaç, hayalet gibi bir özlem. Yukarıdaki siluetlere bakarken, içindeki o derin hasret yüzüne kazındı. Keşke cesareti olsaydı—konuşmaya, ait olmaya, onların bu kadar kolayca tattığı o elektrikli dünyaya dokunmaya.
Rysa, telefonunun mavi ışığında yeni mesajı gördü: “Aldığını biliyoruz.” Yüzü anında sertleşti, dudakları kararlı bir çizgiye dönüştü. Zevan, onun sıcaklığında sarhoş, mesajın gelişini fark etmedi. Ama Rysa’nın kalbi artık bambaşka bir korkuyla atıyordu; sırları boğazına tırmanıyordu.
Devam edecek...