Logo
TR
Loading...

Bölüm 8

Sabah şehre usulca sızdı, The Meridian Tribune’un çatlamış camlarından altın ışıklar süzüldü. Haber merkezi neredeyse sessizdi; sadece makinelerin hafif uğultusu ve eski karo zeminde yankılanan sessiz adımlar. Rivan masasında çökmüş oturuyordu, avucunda sakalının sertliği, dün geceden kalma gömleği yakasından açık. Son saatler bulanıktı—umutsuz bir son düzeltme, matbaanın gürültüyle çalışmaya başlaması, ifşanın şehrin her abonesine gönderilişi. Göğsü bomboştu, içi oyulmuş ve sızılı.

Elladyn’in yaklaştığını, gölgesi klavyesinin üstüne düşene kadar neredeyse fark etmedi. Kızıl saçları dağılmış, yağmurdan ıslanmıştı; gözleri uykusuzluktan kıpkırmızı. Sessizce hareket etti, tam ona dokunamayacağı bir mesafede durdu. Aralarındaki boşluk, söylenmemişlerle titreşiyordu—incinmişlik, özlem, yarım kalmış hikâyelerin kıvılcımı.

“Uyuyamadın mı?” dedi Elladyn, sesi biraz kısık, biraz yorgun.

Rivan başını kaldırdı, çenesi kasılmış. “Sürekli sonrasını düşündüm. Seni düşündüm.”

Elladyn ona baktı, yanakları kızarmış, dudakları aralanmış, sanki daha fazlasını söyleyecekmiş gibi. Bir an, ikisi de kımıldamadı. O yaklaştı, teninin ve kahvenin sıcak kokusu Rivan’a karıştı. Rivan’ın eli titreyerek ona uzandı, başparmağıyla bileğindeki solgun morluğu izledi. Elladyn’in kalbi, dokunuşunda hızlandı, her santimde daha da çırpındı.

“Her şeyi anlatabilirdin bana,” diye fısıldadı Elladyn. “Anlatmalıydın.”

Rivan’ın nefesi düğümlendi. “Kaçmandan korktum. İçimdeki en kötü tarafı göreceğinden… ve haklı olacağından.”

Elladyn alnını onun alnına yasladı, kelimeleri nefes ve anıların sessizliğinde eridi. Aralarındaki yas, canlı bir varlık gibiydi. Ama sonra Elladyn onu öptü—önce yumuşak, arayarak. Bedenleri birbirine minnetle sarıldı, elleri giysilerin altına kaydı, ten tene, Elladyn’in kahkahası Rivan’ın dudaklarında sustu. Her dokunuş bir soruydu: Sana güvenebilir miyim—seni affedebilir miyim—kalabilir miyim?

Rivan onu yıpranmış haber merkezi kanepesine çekti, parmakları Elladyn’inkilere dolandı, dudakları bulduğu her yara izine dokundu. Elladyn ona doğru kıvrıldı, Rivan’ın dili köprücük kemiğini izlerken, sakalı tenini yakarken inledi. Elleri Rivan’ı kendine çekti, her yakınlaşma sessiz bir vaat oldu. Elladyn, zevkle acının birbirine karıştığı o yavaş, titrek boşalmada omzuna yaslanıp hıçkırdı.

Sonrasında, birbirine dolanmış halde yattılar, yüzleri neredeyse değiyordu. Rivan, Elladyn’in yanağından bir tutam saçı geriye itti, başparmağı titriyordu. “Üzgünüm,” diye mırıldandı, bu kez gerçekten—yaptıkları için değil sadece, kalması için ona her şeyi riske ettirdiği için de.

Elladyn yaklaştı, sesi umutla ve yıkımla titriyordu. “Hadi dürüst bir şey yazalım. Bu kez birlikte.”

Haber merkezinin öbür ucunda, Hadris pencerenin önünde volta atıyordu. Sadece birkaç saat önce ekibe seslenmişti, omurgası dimdik, yıllardır sustuğu borçlarını itiraf ederken. Çoğu kişi donuk bir şaşkınlıkla izlemişti onu. Onai yanında durmuştu, elini Hadris’inkine dolamıştı. Onun hırsları Tribune’un geleceğinin enkazında yanıp kül olmuştu ama Onai, Hadris’in bileğine dudaklarını bastırdı, yine de onu seçti—herkesin önünde, yıkıcı bir açıklıkla.

Hadris, Onai’nin bakışını yakaladı; gözlerinde şüpheyle sadakat savaşıyordu. Ne olacağını bilmiyordu. Ama Onai elini sıktı ve gülümsedi—titrek, ama inatçı bir gülümseme. Beraber, sabahın getireceği her fırtınaya göğüs gereceklerdi.

Güneş, dağılmış kâğıtlar ve boş masalar üzerinde keskinleşirken, Rivan Elladyn’i kucağına çekti, kolları zırh gibi sardı onu. Nefesleri birbirine karıştı—belirsiz ama özgür. Tribune’un son baskısının ilk kopyaları ön kapıya düştü, isimleri manşette kalın harflerle, mürekkebi hâlâ kurumamış, gelecekleri ise yazılmamıştı.

Dışarıda, uzak sirenler yeni bir günün vaadine karışarak kayboldu. İçeride, birbirlerine döndüler, elleri kenetlendi, gölgeler arkalarında kaldı. Umut, kırık dökük her şeyin ucunda titredi; dünya, ışığın sızmasına yetecek kadar çatladı.

Manşetteki Gölgeler

100%