Bölüm 8
Lyra, yurt odasındaki aynanın önünde duruyor; ödünç aldığı kadife maskeyi titreyen parmaklarının arasında sıkıca tutuyor. Elbisesinin koyu kırmızısı köprücük kemiklerini okşuyor, boncuklar loş ışıkta diken gibi parlıyor. Gözleri umut ve korkuyla cam gibi. Dudaklarını avucuna alıp karanlıkta bir dayanak arıyor; Peris’e dair her huzursuz düşünce içinde yükselip alçalıyor.
Koridorda kahkahalar taş duvarlarda yankılanıyor, meşale ışığı gölgeler üzerinde titriyor. Lyra, maskeyi ateş gibi yanaklarına geçiriyor; elleri titrek, ama sırtı dik, omuzları kare—bedeni özlemle gerilmiş, kalbi vahşi bir hayvan gibi çarpıyor.
Balo salonu, maskeli bedenlerle kaynıyor; tüyler ve ipekler sırlarla savaşıyor. Peris, kalabalıktan uzakta duruyor; koyu takımı mum ışığında kusursuz, siyah maskesi hüzünlü gözlerinin üzerinde keskin bir hat gibi. Saçları alnına dağılmış, dudakları solgun ve gergin, ama bakışları huzursuz—Lyra içeri girer girmez gözleri onu buluyor, görünmez bir ip onu Lyra’ya çekiyor.
Caelum, meyve suyu masasının yanında dimdik duruyor; gümüş maskesi çenesinin buz gibi çizgisine yapışmış. Şakaklarında ter damlaları, kalabalıktan değil, göğsünde acı ve öfkeyle çırpınan bir şeyden. Lyra’nın kahkahası her çınladığında ya da Peris yerinde kıpırdadığında, içini bir bıçak gibi kesen bir gerilim saplanıyor.
Torrek, kostümünün kravatıyla uğraşıyor—gömleği yarı dışarıda, maskesi yamuk, kaygı içini kemiriyor ama yine de geçen kızlara dişlerini gösteriyor. Takım arkadaşları ona artık mesafeli; elleri titriyor, ama bu kez saklamıyor.
Saille, kalabalığın arasında zümrüt saten ve tilki bakışlarıyla bir kasırga gibi dolaşıyor; bulduğu her sırrın kenarına hafif dokunuşlar bırakıyor. Geçtiği yolda kalpler morarıyor, boğazlar düğümleniyor.
Peris, Lyra’yı dans pistinin kenarında buluyor. Eli havada bir an asılı kalıyor, sonra nazikçe Lyra’nın elini kavrıyor—parmak uçlarıyla bir dokunuş, sessiz bir yalvarış. “Konuşmamız lazım,” diyor, sesi kısık, içinde sakladığı acı neredeyse duyuluyor.
Lyra, onu loş bir antreye kadar takip ediyor; nabzı derisinin altında çırpınıyor. Meşe kapının ardında mesafe eriyor; Peris, titreyen elleriyle Lyra’nın yüzünü çerçeveliyor, maskesi atılmış, yanakları tuzla ıslanmış. “Yapmamalıyım—” diyebiliyor ancak, sesi paramparça.
Lyra ona yaklaşıyor, dudakları Peris’in dudaklarını yakalıyor; öyle aç, öyle kederli bir öpücük ki, ikisini de yakıyor. Peris’in kolları Lyra’nın beline sarılıyor, Lyra’nın elleri onun saçlarına karışıyor. Bedenleri birbirine yapışıyor, elleri telaşlı, kıyafetleri buruşuk, Lyra’nın elbisesi omzundan kayarken Peris’in dudakları boynunun hassas kıvrımını buluyor. Dünya, ten, nefes ve dokunuşun dürüst telaşına daralıyor—gözleri sıkıca kapalı, bedeli ne olursa olsun birbirlerine tutunuyorlar.
Ayrıldıklarında, Lyra’nın maskarası ince nehirler gibi akıyor; Peris’in parmakları Lyra’nın çenesini kavrarken titriyor. “Gitmem gerek,” diye fısıldıyor, kelimeler acıyla boğuklaşıyor. Son bir, yıkıcı öpücük bırakıyor Lyra’nın alnına ve geri çekiliyor—bedeni kambur, takımı dağılmış, cebinde çoktan mühürlenmiş istifa mektubu.
Balo salonunda, Caelum Saille’i köşeye sıkıştırıyor; maskesi yok, gözleri kan çanağı, bakışları vahşi. “Sendin, değil mi? Tehditler—her şey,” diye tükürüyor, sesi çatlıyor.
Saille sadece gülümsüyor, dudakları parlıyor, bakışı Caelum’un kesinliğini paramparça ediyor. “Ne kadar da tatlı,” diye mırıldanıyor. “Sahip olmak istediklerimize neler yapıyoruz, bir düşün.” Yanından süzülüp geçiyor, Caelum’u kırık dökük, ciğerleri öfkeyle dolu, ihanetiyle rahatlaması birbirine karışmış halde bırakıyor.
Torrek, salonun dışındaki çimenliğe adım atıyor, maskesi parmaklarında sallanıyor. Artık kimse fısıldamıyor; paniği herkesin gözü önünde, utancının sızısı ise yerini ham bir rahatlamaya bırakmış. Lyra, Fransız kapıların ardından göz göze geliyor onunla; eli kalbinin üzerinde—bakışı yumuşak, pişman ama dürüst. Aralarında küçücük bir baş selamı paylaşıyorlar; belki affa, belki de bir barışa işaret.
Kalabalık yavaşça dağılmaya başlıyor; kahkahalar artık kararsız, gecenin nabzı kayıplarla ve hâlâ sızlayanlarla bölünmüş. Peris, eski meşelerin altından sessizce uzaklaşıyor, Lyra’nın kokusu yakasında asılı. Caelum’un yumrukları bembeyaz, mükemmelliği paramparça, ama yıkımında yüzü ilk kez savunmasız.
Saille, balkonda duruyor, aşağıdaki dağılmış kalpleri izliyor. Gece yarısı havaya bir öpücük savuruyor—bir vaat ya da tehdit—gözleri, uykuyu bile kıskandıracak kadar baştan çıkarıcı sırlarla parlıyor.
Marrowridge’in içinde kapılar kapanıyor, özlemin sızısı ve kalp kırıklığının sessizliği taşlara siniyor. Maskeli balo bitti, ama arzu hâlâ burada; ateş gibi parlak, adı konulamayacak kadar derin.