Bölüm 2
Lyra, koridordaki yarı açık pencereye yaslanmış, sonbaharın geç serinliği çıplak kollarında geziniyor. Üniforma ceketi dirseğinden sarkıyor, beyaz bluzunun düğmeleri boğazındaki narin nabzı gösterecek kadar açık. Gözleri sürekli Peris’in sınıfının kapısına kayıyor; içinde hem özlem hem de dudaklarını aralayıp tekrar kapatan gizli bir heyecan var. Torrek yanında belirdiğinde—antrenmandan terli, saçları bakır rengi bir karmaşa—Lyra irkiliyor.
Torrek hafifçe sırıtıyor, ona yaklaşırken tenine yapışan çimen ve parfüm kokusu havada asılı kalıyor. “O kapıya öyle bakıyorsun ki, sanki biri gelip seni alıp götürecek diye bekliyorsun,” diyor, sesi alaycı ama yumuşak. Bakışı Lyra’nın istediğinden fazla uzun sürüyor, fazlasını görüyor.
Lyra’nın yanakları kızarıyor. “Bir şey yok. Sadece Bay Alderct’in… farklı olduğunu düşünüyorum.” Sözleri dökülüyor—yarı itiraf, yarı davet. Gülüyor, heyecanını yutkunarak bastırıyor. Torrek’in duruşu yumuşasa da, çenesi kasılıyor; yüzeyin altında bir endişe kıpırdıyor.
“Dikkat et, Haldene.” Sesi ciddileşiyor. “Buradakiler böyle hoşlantıları anında yer bitirir. Sen fazla narinsin bu ortam için.” Uyarıyor gibi, ama bakışında yalnız bir şey var; Lyra, hayranlığının pusunda bunu göremiyor.
Eteğinin ucunu çekiştiriyor, dizleri titriyor, yıpranmış şiir defterine sıkı sıkı tutunuyor. “Kimseye söylemeyeceksin, değil mi?” Sesi neredeyse bir fısıltı, umuttan çok güven arıyor.
Torrek omuz silkip duvardan ayrılıyor. “Sırrın bende. Şimdilik.” Gülümsüyor, ama yorgun gözlerine ulaşmıyor bu gülümseme. Sırtını dönerken Lyra’nın göğsü sıkışıyor; korku ve kırılgan umut arasında asılı kalıyor.
Peris’in loş ofisinde, öğretmen eski masasının başında oturuyor, hırkasının kolları sıvanmış, saçları sanki defalarca ellerini geçirmiş gibi dağınık. Caelum kapının hemen içinde duruyor, ceketi ilikli, kravatı boğazını sıkacak kadar sıkı. Birbirlerini temkinli gözlerle süzüyorlar—Peris ölçülü, bir şeyleri saklıyor; Caelum ise öfkesini zor zapt ediyor.
“Müfredatınız çok eski,” diyor Caelum, kolları askeri bir disiplinle kavuşturulmuş. “Kusura bakmayın hocam, ama öğrenciler daha… ileri bir şey hak etmiyor mu?” Peris’in dudakları kıpırdıyor—gülümseme mi, yoksa bir homurtunun başlangıcı mı, belli değil. Bakışları Caelum’a kayıyor, yumuşak ama okunaksız.
“Bazen temeller, sandığından daha fazla gerçeği barındırır,” diyor Peris, sesi nazik, neredeyse ikna edici. Sözleri Caelum’un zırhının altına sızıyor; Caelum irkiliyor ama gözlerini kaçırıyor, kitaplarını sıktıkça parmak eklemleri beyazlaşıyor.
Bir an duruyorlar—söylenmemiş şeylerle dolu, ağır bir sessizlik. Sonra Caelum yerinde kıpırdanıyor. “Sana yardım edebilirim,” diyor, beklenmedik bir şekilde. “Güncellemek için.” Sözlerinde bir açlık var, ama müfredatla ilgili değil.
Peris başını kaldırıyor. Göz göze geliyorlar, aralarında bir elektrik çakıyor. Bir anlığına, Caelum onaylanmayı, ihtiyaç duyulmayı umuyor. Sonra Peris’in mesafesini fark edip kendini geri çekiyor, kısa bir baş selamıyla toparlanıyor.
Derslerden sonra Lyra oyalanıyor. Sınıf artık gün ışığından arınmış, duvarlar sırlarla nefes alıyor. Peris, denemeleri düzeltirken parmakları uzun ve gergin; Lyra’nın hâlâ orada olduğunu, varlığı parfüm gibi havada asılı kalana dek fark etmiyor. Lyra, masanın yanında duruyor, defterini göğsüne bastırmış, ağzı açılıp kapanıyor, söylenmemiş kelimelerle nefessiz.
“Bay Alderct?” Sesi küçük, umut dolu. “Bir şey yazdım… okur musunuz?” Defterini uzatıyor, eli titriyor. Peris tereddüt ediyor, sonra kabul ediyor; parmakları Lyra’nınkine hafifçe dokunuyor—teni sıcak, dokunuşu bir an fazla uzun sürüyor.
Okumaya başlıyor. Lyra, Peris’in yüzünü izliyor—çenesindeki hafif kasılmayı, boynunda beliren soluk pembeliği. Kalbi öyle hızlı atıyor ki, Peris’in duymamasına şaşırıyor. Peris konuştuğunda sesi kısık, boğuk. “Çok dürüst, Lyra. Hatta fazla dürüst.” Bakışında bir ağırlık var—nazik, uyarıcı, arzulayan.
Lyra bir adım daha yaklaşıyor, elleri tekrar buluşuyor, aralarındaki yüklü hava daha da yoğunlaşıyor. Her şeyi söylemek istiyor ama kelimeler yetersiz kalıyor. Peris, Lyra’nın elini sayfanın üzerinde nazikçe çekiyor, işaret parmağıyla dizelerini takip ediyor, nefesi Lyra’nınkiyle karışıyor. Ellerinin teması sürüyor, Lyra’nın teni avucunun altında ateş gibi yanıyor.
Bir tıkırtı camda—büyü bozuluyor. Lyra bir anda toparlanıp, yanakları alev alev, defterine sarılarak kaçıyor. Peris derin bir nefes veriyor, omuzları düşüyor; pişmanlıkla daha vahşi bir şey arasında kalıyor.
Daha sonra, Lyra ofisten alacakaranlıkta çıkarken neredeyse Caelum’a çarpıyor. Caelum dimdik, elleri ceketinin ucunda kıvranıyor. Gözleri keskin, şüpheci—ve içinde özleme benzer bir şey var. Aralarındaki hava kıskançlık ve sırlarla titriyor.
Lyra hızla uzaklaşırken Caelum onu izliyor, sonra soğuk duvara yaslanıyor, gözleri Peris’in ofisinin kapısında delikler açıyor. O gergin sessizlikte, Caelum’un çenesi kasılıyor; dünyasındaki her kusursuz çizgi çözülmek üzere.
Devam edecek...