Bölüm 1
Ryven Halden, açık tente girişinin altında dimdik ve sakin duruyor; kum rengi üniformasıyla, loş ışık çenesinin keskin hatlarını hafifçe aydınlatıyor. Gözleri, koyu ve tetikte, ipek halının üzerinden geçen her misafire kısa bir bakış atıyor—hiçbirine fazla takılıp sorulara davetiye çıkarmadan. Çelikten soğukkanlılığının altında, göğsünde sabırsız bir nabız atıyor; bunu yutkunup bastırıyor, fazla istememeyi öğrenmiş birinin alışkanlığıyla. Tam o anda, Izelle Marquet arabasından indiğinde, varlığı Ryven’in özenle ördüğü mesafeye çarpıyor.
Izelle canlı ve pervasızca cesur—vücuda oturan yarış ceketinin fermuarı çözülecek kadar açık, saçları rüzgârda dağılmış, koyu gözleri meydan okurcasına parlıyor. Ryven’i süzüyor, dudaklarında hafif bir sırıtış, tek kaşı kalkık: Bakalım sen nelerden yapılmışsın? Ryven ona resmi bir el sıkışma uzatıyor ama Izelle bunu umursamıyor—çantayı ayaklarının dibine bırakıp takılıyor: “Tüm misafirlerine böyle mi davranırsın, yoksa sadece geceleri uykunu kaçıranlara mı?” Sesinde bir şey var—flört, meydan okuma, yabancılar için fazla samimi bir ton.
Ryven bakışını ondan ayırmıyor, hiçbir şey belli etmemeye özenli. “Tüm misafirlerimiz aynı şekilde karşılanır, Bayan Marquet. Bazıları sadece bu karşılama işini yeniden icat etmekte ısrarcı.” Sesi alçak, kararlı; altında söylenmemiş bir meydan okuma gizli. Izelle gülüyor, yüzüne düşen bir tutam saçı geriye atıyor, gözleri Ryven’dan hiç ayrılmıyor. Yakınlığı Ryven’in sinirlerinde yankılanıyor. Havada onun vaat ettiği tehlikeyi ve çekiciliği tadıyor—ve bundan kaçarak, işine döner gibi elini uzatıp onu içeri davet ediyor.
Gün boyunca yolları kısa, ama ihtimallerle yüklü anlarda kesişiyor—havuzdan yükselen kahkahası, Ryven havluları taşırken; kumun üzerinden ona takılan bakışı, göz göze geldiklerinde fazla uzun sürüp sonra başka yöne çevrilişi. Her seferinde, Ryven aralarındaki sınırların inceldiğini hissediyor. Akşam yemeğinde Izelle, inzivanın “kuralları” hakkında onu sıkıştırdığında, dizini masanın altında Ryven’inkine dokundurunca, Ryven neredeyse irkiliyor. Izelle korkusuz; Ryven ise onu ne kadar çok istediğinden korkuyor.
Gece, Solara Veil’in üzerine sertçe çöküyor. Ryven, tentelerin ışığından uzak, serin gece havasında vahaya kaçıyor; gömleği hâlâ günün sıcağıyla tenine yapışık. Düşüncelerine o kadar dalmış ki, taşların üzerinde yaklaşan ayak seslerini zar zor fark ediyor. Izelle beliriyor, altın fener ışığında bir hale gibi parlıyor; yarış ceketi omzunda, atlet tişörtü güçlü vücuduna oturmuş. Yaklaşımı akıcı, tereddütsüz; oyalanmadan oyma bankta yanına oturuyor, uyluğu Ryven’inkine kasıtlı ve elektrikli bir dokunuşla değiyor.
Bakışları Ryven’in yüzünde geziniyor, sesi şimdi daha yumuşak. “Hep böyle zor mu okunursun?” diye takılıyor, ama altında gerçek bir merak var. Bir anlığına, Ryven göz göze gelmeye izin veriyor—gerçekten bakıyor ona—ve aralarındaki hava geriliyor. Izelle elini Ryven’in ön koluna koyuyor, ince kumaşın ardından sıcaklığı hissediliyor. “Olmak zorunda değilsin,” diye fısıldıyor, neredeyse sır verir gibi, başparmağı bileğinde görünmez daireler çiziyor. Ryven, ona dokunmak için yanıp tutuşuyor ama utanç ve eski korkular göğsünde düğümleniyor. Yine de elini onun altında bırakıyor, gözlerini kapatıyor, içinden bir titreme geçiyor.
Saniyeler, teslimiyetle kaçış arasında bıçak sırtında, dayanılmaz bir tatlılıkla uzuyor. Ryven ağzını açıyor, bir şeyler söylemek istiyor ama dudaklarından sadece onun adı dökülüyor—Izelle—saklayamadığı bir sır gibi. Izelle’in parmakları sıkılaşıyor, sanki onu o ana sabitlemek ister gibi, dudakları aralanıyor, beklentiyle. Tam o anda, havuzun öte tarafından sesler yükseliyor: personel, habersiz, kahkahaları sessizliği parçalıyor. Ryven aceleyle geri çekiliyor, kalbi deli gibi atıyor. “Gitmem gerek,” diye mırıldanıyor ve arkasına bakmadan uzaklaşıyor.
Saatler sonra, inziva yeri sessizliğe gömüldüğünde, Ryven dar yatağında tek başına oturuyor. Yastığının altından yıpranmış, güneşte solmuş bir fotoğraf çıkarıyor—bir kadının yüzü, kendi gözlerine benzeyen gözler, yarım bir gülümseme. Başparmağını fotoğrafın üzerinde gezdiriyor, özlem ve korkuyla yanıyor, Izelle’in dokunuşunun anısıyla her yanı sızlıyor. Kampın öbür ucunda, Izelle uykusuz, karanlığa onun adını fısıldıyor, Ryven’ın bunu duyduğundan habersiz. Ryven, karnındaki düğümün umut mu yoksa korku mu olduğuna karar veremiyor.
Dışarıda, bir gölge çadırların arasında süzülüyor—farkedilmeden, sessizce, izleyerek.
Devam edecek...