Bölüm 8
Sarelle çıplak ayaklarıyla serin çatının üzerinde duruyordu, şehir ışıkları tenine titrek titrek vuruyor, yarı açık keten gömleği omuzlarına zar zor tutunuyordu. Boş bahçe masalarına bakıyordu; geleceğinin anahtarları—pasaport, fotoğraf makinesi, buruşturulmuş bir uçak bileti—sıkıca yumruğunun içindeydi. Gece havası ağırdı, çok fazla veda, azıcık kesinlik taşıyordu. Arkasında asansör zili çaldı.
Kian belirdi, arkadan aydınlanmış, tişörtü buruşuk, çenesinde günün pişmanlığı gölgesi vardı. Gözleri hâlâ uykuluydu ama sesi yumuşak ve hırpalanmıştı. “Gidiyorsun.” Dediği cümle suçlama gibiydi, sanki çoktan yas tutuyordu. Sarelle yutkundu, gözlerine bakamadı, dizleri metal sandalyenin kenarına sürtündü. Konuşmaya kendini hazır hissetmiyordu.
Ona doğru yürüdü—huzursuz, gerilmiş bir yay gibi. “Gitme,” dedi, sesi çatlak, yarı yalvarış, yarı tutamadığı bir tehdit gibiydi. Ellerini acil, titreyen bir şekilde beline koydu. Sarelle alnını onun göğsüne bastırdı, kokusunu içine çekti—kahve, ter, biraz da hüzün. “Bu sadece bir heves değil. Kal, Sarelle.” Her kelime nazikti ama tutuşu, kaybetme korkusuyla kalçasını işaretliyordu.
Dudakları onun köprücük kemiğine değdi; sesi rüzgârdan biraz daha yüksekti. “Yalvarma, Kian. Biliyorsun kalmam.” Gülümsemeye çalıştı, başaramadı, gözleri yaşla bulanıyordu. Kian’ın başparmağı çenesini buldu, çenesini kaldırdı, gözlerine baktı. Bir an, ikisi de kıpırdamadı, arada asılı kaldılar; arzu ile kendini koruma arasında.
Aşağıda, Leya’nın kahkahası ortak odadan yankılanıyordu—fazla parlak, fazla kırılgan. Sarelle camda kendi yansımasını gördü, dağınık saçları, çenesinin altında dün geceden kalan öpücük morluğu. Kırık şeyler bırakıyordu geride, ama bütün kalmak istiyordu.
Sonra, Leya’nın veda yemeğinde, herkes çok yakın oturuyordu, tabaklar neredeyse dokunmuyordu. Leya cesur kırmızı ruj sürmüştü, gülümsemesi sabitti ama parmakları şarap kadehinde titriyordu. Gözleri Sarelle’de, sonra Kian’da, en son da yalnız oturan Vyn’de takılı kaldı; omuzları kambur, zırh gibi giydiği takım elbisesiyle. Kimse kadeh kaldırmadı.
Sarelle’nin loş dairesinde, Kian arkalarından kapıyı kapattı. Kelimeler olmadan soyundular birbirlerinden—elleri sabırsızca kemerine uzandı, onun elleri sırtının kıvrımını izledi. Seks yavaştı, çaresizdi, morluk bırakan öpücükler ve fısıldanan itiraflarla doluydu. Sarelle onu daha da yaklaştırdı, tırnakları sırtında yarım ay izleri bıraktı. “Bir daha sorarsan, belki evet derim,” fısıldadı, sesi titriyordu, ağzı köprücük kemiği boyunca iz bırakıyordu. Kian söylemek istediklerini yuttu, elleri konuştu—önce nazik, sonra sert, sonra yine nazik. Bedenleri birlikte hareket etti, her an sonsuza dek sürecekmiş gibi tutundu. Sarelle sessizce ağladı, orgazm olurken yüzünü boynuna bastırdı, bırakmaya niyeti yoktu. Kian uzun süre tuttu onu, sessiz, sadece göğsünün yükselip alçalması ne kadar kırılmaya yakın olduğunu ele veriyordu.
Şafak perdelerin arasından sızdı. Sarelle sessizce, hafif adımlarla kalktı, kot pantolonunu giydi, keten gömleği hâlâ ondan kokuyordu. Yanında durdu, saçlarına bir öpücük kondurdu, yarı özür, yarı söz olan bir notu elinin altına sıkıştırdı. O uyanmadı.
Lobide, Sarelle asansörün yanında bekleyen Leya’yı buldu, paltosu çenesine kadar ilikli, yanakları kızarmıştı. İki kadın sessizce durdu. Leya eğri, cesur bir gülümseme sundu. “Git, yeni ufuklarını bul,” dedi, sesi kalınlaşmıştı. Sarelle cevap veremeden, Leya onu kucakladı—sert, titrek, anlayış ve kalp kırıklığı dolu. Sarelle karşılık verdi, arkadaşının affını kalbine kazıdı.
Asansör kapıları açıldı. Sarelle içeri adım attı, bir ayağı çatlamış karoda kaldı, kalbi hızla atıyordu. Daralan aralıktan Kian merdivenlerin başında belirdi, saçları dağınık, gözleri vahşi—gömleksiz, çaresiz, arayan. Sarelle dudaklarını ısırdı, kararsızdı, parmakları soğuk duvara bastı.
Kapılar kapanmaya başlarken, nefesi kesildi. Bir an koşacak gibi oldu—her zamanki gibi, kendine verdiği sözü bozacak gibi. Ama asansör inerken, parmak uçları korkulukta beyazladı, tereddüt sürdü ve geçen her kat, geride bırakabileceklerinin acısını yankıladı.