Bölüm 8
Em, soğuk çatıya adımlarının yankısını hissediyordu; kalbi göğsünde çarparken, müfettişler evrakları karıştırıyor, kendini adadığı bahçeyi inceliyordu. Çiçekler, botların altında eziliyordu. Bir belediye yetkilisi, planlarına hem isteksiz bir hayranlıkla hem de sinirle bakıyordu; dudakları sıkılı. “Çok güzel, ama yasadışı,” diye homurdandı sonunda, çizimi aralarındaki masada ona doğru iterek.
Arkasında Theo’nun varlığını hissetti; sessizliği, yaklaşan bir fırtına gibi sıcaklık taşıyordu. Eli nazikçe beline düştü, başparmağı omurgasında hafifçe gezindi. “Herkes için yaptı,” dedi Theo—sesi kararlı, Em ona döndüğünde gözleriyle göz göze, ne olursa olsun yanında olacağına söz veriyordu.
Em, ihlal formunu imzalarken dudakları titredi, utanç yanaklarında alevlendi. Ama çıkmaya çalışırken Theo’nun eli onun elini yakaladı; pürüzlü parmakları onun parmaklarına dolandı, onu yere bağladı. Diğerleri çıkarken Theo onu kendine çevirdi ve dünya sanki yok oldu; nefesleri şehir gecesinde bulutlar oluşturuyordu.
“Sakın onlara bunu senden almalarına izin verme,” diye fısıldadı Theo, sesi, söylemek için savaştığı her şeyle çatlamıştı. “Bırak onlar çeliklerini kursun. Sen bunu kendin için yaptın.”
Bir damla yaş yanağından süzüldü. “Çok yoruldum, Theo. Bir anlamı olsun istedim.”
Başparmağıyla gözünün altını sildi, kokusunu içine çekti, sesi kısık ve çıplaktı. “Sen her şeysin.” Dudaklarını onun dudaklarına bastırdı—yavaş, nazik—ta ki Em ona açılana kadar, bu yere bağlanmasına sebep olan tüm acı ve umutla onu öpene kadar.
Theo onu kollarına aldı, sarmaşıkların ve kahkahaların arasından, başı dönmüş, yarı ağlar halde, bahçenin gizli gölgelerine taşıdı. Orada, şehrin soğuk mavi bakışları altında, Em’i yeşilin kucağına yatırdı; elleri titreyerek gömleğinin düğmelerini çözdü. “Em,” diye fısıldadı, alnı onun alnına yaslanmış, “İstemiyorsan—”
Em onu bir öpücükle susturdu, bu kez daha aceleci, elleri Theo’nun saçlarına gömülmüş, onu kendine çekti, bacakları beline dolandı. Theo içine kayarken bir inlemeyle nefes aldı, önce yavaş, sonra çaresizce; bedenleri, kalplerinin hızına ayak uydurarak yükselip alçaldı. Em, ellerinin baskısında, Theo’nun sakalının çenesine sürtünmesinde, zevkin doruğunda çıkan o sessiz, kırık seslerde kendini buldu—her şey yok oldu, sadece ikisi kaldı; bu şehirde kendilerine açtıkları alanda kaybolup yeniden buldular birbirlerini.
Sonrasında, birbirine dolanmış halde, Em parmaklarını Theo’nun omurgasında gezdirdi; Theo ise titreyen öpücükler konduruyordu çıplak omzuna, hâlâ içindeydi, bırakmaya gönlü yoktu; nefesleri toprak ve ter kokusuna karışıyordu. “Seni seviyorum,” dedi Em usulca, Theo gözlerini kapadı, acı ve umut kaşlarını buruşturdu.
“Sonsuzluk istiyorum,” diye fısıldadı Theo, sesi neredeyse bir yakarış, savunmasız, yanık.
Ama fısıldanan vaatlerin altında, gerçeklik yükseldi—uzaktan gelen çelik çarpışmaları ve sokaktan yükselen bağırışlar. Sessizce giyindiler, her saniyeye tutunarak. Theo elini uzattı, ama Em başını salladı, bakışında bir soru vardı. “Bittiğinde kim olduğumu bilmem gerek,” diye mırıldandı, gözlerinde anlayış arayarak.
Theo başını salladı, kalbi kırık ama onu serbest bıraktı.
Şantiyenin öbür ucunda, Lexie artık güvenli olan vincin kenarında duruyordu; elleri titriyordu, Dean yaklaşırken yüzü açık ve savunmasızdı, korkusu belli ama kaçmıyordu. Dedikodular dinmişti, utanç kalmıştı, ama Dean yine de elini tuttu, onu yanına çekti; şehir ışıkları ayaklarının altında dökülmüş mücevherler gibi parlıyordu.
Lexie, Dean’in omzuna yaslandı, titrek bir nefes verdi. “Bütün sırlarım ortaya çıktı,” diye itiraf etti, sesi incecikti. “Sanki geriye hiçbir şey kalmadı.”
Dean gülümsedi, küçük ve yaralı ama gerçek bir gülümsemeydi. “O zaman yeniden başlayabiliriz.” Onu öptü, nazik ve yavaş; kırılgan bir şeyin, mükemmel olmasa da şimdiye kadar bildiğinden daha gerçek bir şeyin vaadiydi bu.
Şafak sökerken, Em şehrin değişimini izledi—bahçesi yaralı ama hâlâ canlı, bedeni hâlâ Theo’nun ellerinin anısıyla titreşiyordu. Aşağıda neyin beklediğini bilmiyordu, ama bir gece boyunca kendi gökyüzünü sahiplenmişti. Aşağıda, Lexie ve Dean el ele durmuş, güneşin yeni bir başlangıca doğmasına meydan okuyordu.