Logo
TR
Loading...

Bölüm 2

Sentinel’ın sabah havası yorgunluk ve adrenalinle titreşiyordu; keskin dezenfektan kokusu, birbirine fazla yakın duran bedenlerin gergin, terli havasına karışıyordu. Riley, kalabalığın arasında her zamanki temkinli zarafetiyle ilerliyordu ama bugün, görünmez olma çabası bile derisinin altındaki huzursuzluğu gizleyemiyordu. Elias spor salonuna girdiğinde gözler ona kaydı; her adımı, zahmetsiz bir otoritenin vücut bulmuş haliydi. Koyu bakışları sıraları taradı, bir anlığına—göz açıp kapayıncaya dek—Riley’de durdu ve Riley’nin kalbi boğazında tekledi.

Sasha, Riley’nin yanını dirseğiyle dürttü, sesi alaycı ve hafif bir tonla fısıldadı: “Resmen titreyeceksin. Kahveden mi, yoksa gerçekten mi heyecanlısın?” O kendinden emin sırıtışı bir zırh gibiydi ama gözleri Elias’ı da izliyordu ve üçü arasında havada bir elektrik kıvılcımı dolaşıyordu—sürtüşmenin, belki de yangının habercisi.

“Bir şey yok,” diye fısıldadı Riley, gözlerini kaçırarak. O sırada Elias emirler yağdırıyordu; sesi hem soğuk hem de büyüleyiciydi. O gün için eşleşmişlerdi, partnerdiler ve Riley, yakından bakınca Elias’ın her kelimesinin içinde eriyen, tehlikeli bir şeyler olduğunu fark ettiğinde nefesi daraldı.

Sasha, yan minderde Beth’le idman yapıyordu; aralarındaki laf atmalar ve kahkahalar, ortamın gerginliğine katman katman ekleniyordu. “Eğitmene hava atacağım diye kas yırtma bari,” diye takıldı Beth. Sasha ise anında karşılık verdi: “Sen de tırnaklarını kırmamaya bak, prenses.” Ama gözleri yine Riley’ye kaydı, hareketleri sinirle keskinleşti.

Mindere çıktığında Riley’nin elleri titriyordu, savunma pozisyonunu almaya çalıştı. Elias’ın dokunuşu önce iş gereğiydi—formunu düzeltmek için sağlam bir tutuş, duruşunu ayarlamak için güçlü bir kol. Ama Riley sendeleyince, Elias onu belinden yakaladı; parmakları bir anlığına fazlaca oyalanıp sıktı. Nefesi Riley’nin kulağına değdi: “Bana karşı koyma. Benimle hareket et.” Sözde bir talim talimatıydı ama o an dünya baş döndürücü şekilde kayboldu. Bedenleri hizalandı, kalçaları birbirine değdi, göğüsleri birlikte yükseldi. O kısacık anda, bu bir idman değildi—imkânsız bir yakınlık vardı aralarında ve Elias’ın eli Riley’nin sırtında, onu yere sabitlemişti.

Riley, sonunda kendini geri çekip pozisyonunu düzeltir gibi yaparken yanakları alev alev yanıyordu. Ama Elias’ın da soğukkanlılığı bozulmuştu—eklemleri bembeyaz, bakışları okunmaz haldeydi. Riley, onun içindeki savaşı hissetti—doğru olanla, ikisinin de istediği şey arasındaki çatışmayı.

Talim bitti ama aralarındaki elektrik, görünmez ve yakıcı bir şekilde havada asılı kaldı. Sasha, Riley’ye göz ucuyla baktı, kaşları çatılmış, içinde bir güvensizlik titreşiyordu. “İyi misin?” dedi, fazla umursamaz bir havayla. “Sen genelde bu kadar… dalgın olmazsın.” Alayının altında, neredeyse korkuya yakın bir şey vardı.

Saatler sonra, yatakhane sessizliğe gömülmüşken, Riley kendini koridorda buldu; düşünmeden, bir çekime kapılmış gibi. Neredeyse kimseye yakalanmadan salona ulaşacaktı ki, Elias gölgelerden çıktı; varlığı her şeyi yarıp geçti.

“Burada ne işin var?” dedi, sesi yumuşak ama içinde tavizsiz bir sertlik vardı.

“Uyuyamadım,” dedi Riley, boğazı düğümlenmişti. “Belki de olmamalıydım—”

Cümlesini bitiremeden, Elias’ın eli onun eline dokundu. Sıcaklık Riley’nin tenine yayıldı, parmakları birbirine dolandı; kelimesiz, çaresiz bir yakınlık. Koridor loştu, tek duyulan şey, düzensiz nefesleriydi. Elias’ın başparmağı Riley’nin parmak kemiklerinde gezindi—nazik, titrek. Konuştuğunda sesi neredeyse bir fısıltıydı: “Bunu imkânsız hale getiriyorsun.”

“Ben öyle olsun istemiyorum,” dedi Riley, sesi özlemle, korkuyla titriyordu.

Elias onu kendine çekti, dünya sadece ikisine daraldı; bedenlerinin neredeyse değdiği yerde bir sıcaklık dalgası yayıldı. Riley başını kaldırıp gözlerinde bir fren, bir merhamet aradı—ama bulamadı. Dudakları buluştu, önce çekingen, sonra daha derin—aç, aceleci. Elias’ın eli Riley’nin ensesinde, onu kendine çekti; Riley’nin elleri ise Elias’ın göğsünde, sanki düşecekmiş gibi tutunuyordu.

O öpücük, haftalardır bastırılan duyguların ateşiyle yanıyordu; akademinin ördüğü tüm duvarları yıkıyordu. Riley, Elias’ın kollarında çözülüyordu, kalbi göğsünde gümbürdüyor, tüm sırları dudaklarından dökülmek üzereydi. Elias’ın dudakları, Riley’nin her titrek nefesini tadıyordu. Koridor daraldı, nefes almak zorlaştı. Ayrıldıklarında, birbirlerine sarılmış, sersemlemiş ve korkmuş haldeydiler.

“Yapamam—” diye fısıldadı Elias, ama ikisi de geri çekilmedi. Ellerini bırakmadılar, parmakları titriyordu.

Sonra, Riley odasına döndü, bacakları hâlâ güçsüz. Sasha yatağının ucunda oturuyordu, kolları göğsünde, bakışları şüpheyle daralmıştı. “Neredeydin?” dedi, sesi eski bir kâğıt gibi kırılgandı.

“Hiçbir yerde,” diye yalan söyledi Riley, yanaklarındaki kızarıklığın onu ele vermemesini umarak.

Riley arkasını dönerken, Sasha’nın bakışları Riley’nin yatağında açık duran telefona kaydı—ekranda yarı çıplak bir modellik fotoğrafı parlıyordu. Sasha’nın gözleri büyüdü, dudakları ince bir çizgiye dönüştü. Yutkundu, arkadaşını yüzleştirme ya da koruma isteği arasında sıkıştı.

Dışarıda, koridorda, Elias alnına yumruğunu dayamış, derin derin nefes alıyordu; paramparça, savunmasız. O çizgi aşılmıştı, artık geri dönüş yoktu.

Koridorun sonunda, Sasha Riley’nin telefonunu sımsıkı kavradı, ekran hâlâ sırlarla parlıyordu.

Devam edecek...

Yüzeyin Altında

25%